Sabun köpüğü tadında ama aslında en derinlikli konulara dokunan, çoğunlukla gözden kaçan ama hayatın en temel sırlarını barındıran hikayeleri seviyorum. “Ayağa düşen” her şeyde gözden kaçan çok büyük hayati değerler olduğu gibi, göze ilişmemiş veya “klişe” ilan edilen pek çok masal ve hikâyede de hazmı zor ama hatırlanması önemli pek çok fısıltı mevcut.
La Cocinera de Castamar… Fernando J. Muñez’in aynı adlı romanından uyarlanmış bir Netflix dizisi. İlk bakışta bir aşk hikâyesi fakat aslında simya ilminin en elzem noktalarını ifşa eden arsız bir hikâye. Hep derim, simyayı simya kitaplarında değil, hayatın en apaçık, en basit yerlerinde aramalı. Çünkü simya, anbean dönüşmeye muktedir her duygunun ham maddesini işaret eder; gün gibi ortadadır ve entelektüelden hiç hoşlanmaz. Simyacı, mutfak sanatlarında ustadır ve gücünü, kendisiyle ve yaşamla bağlantısından alır.
Hikâyemizin kahramanı Clara’nın ağzından on iki bölüm boyunca öyle ifadeler dökülüyor ki… defalarca o sahnelere geri döndüm, öncesini sonrasını daha da hissetmek, simyanın öz suyu ile bağını görebilmek için bazılarını yazdım, düzenledim ve kendi yorumlarımı iliştirdim. Afiyet olsun dilerim.
“Her bir yemeğin tadını alırken zaman durur. ‘Tadını almak’ iki anlama gelir: yemeğin tadına bakmak ya da onun zevkine varmak. Yemek yapmak… paylaşmak… iletmek. Tarifleri çözüp başka bir şeye dönüştürmek… önemli olan şeyi bulana dek. Yani ana malzemeyi: her bir yemek ve herkes için eşsiz olan malzeme… bizi özel kılan şey; kim olduğumuzu ve ne olacağımızı öğrenmemiz için gereken şey.”
La Cocinera de Castamar’ın hikâyesi bu ifadelerle başlar. Clara’nın “ana malzeme” (“El ingrediente esencial”) dediği bir zambağın filizidir. Buradaki sembolik anlatımı kendime saklayacağım fakat “ana malzeme”nin simyada “prima materia” olduğunu hatırlamak sanırım okura iyi gelecektir, yani ham madde, ilk madde; kişiliğin oluşumunu sağlayabilecek yegane cevher. Bu, analitik psikolojide psişenin ana maddesi olarak geçer ve zaman zaman mitselleştirilerek kahramanın aldığı yara, yani büyük bir travma olarak işlenir, zaman zaman da “yetim” taşı, yani felsefe taşı olarak bilinir. Simyacı (ya da bireyleşme sürecinde adım adım ilerleyen insan adayı), bu taşın, prima materianın içinde hapsolmuş olan tini özgürleştirmeye çalışır, yani kendi bütünlüğünü yeniden kazanmayı amaçlar. Clara da bu ifadelerinde bence muazzam bir noktaya temas eder, çünkü prima materia, “…herkes için eşsiz olan malzeme… bizi özel kılan şey; kim olduğumuzu ve ne olacağımızı öğrenmemiz için gereken şey”dir.
“Orijinal lezzetini kaybetmeden yahniyi güzelleştirecek mükemmel çeşniyi nasıl seçeceğini bilmek zor bir zanaat. Yahninin özünden kaçamayız, tıpkı kendimizden de asla kaçamayacağımız gibi. Sevmediğimiz bir lezzeti kamufle etmek işe yaramaz. Damak zevkimiz, ne kadar hafif de olsa o lezzetin orada olduğunu hatırlatır. Tabağımızda ne varsa onu yiyeceğimizi kabullenmek zor zanaat.”
Clara’nın bu sözleri bana kendi karanlığımızı, tatsız taraflarımızı hatırlatıyor. Aynı zamanda da hayatın bir bütün olduğu, istemediğimiz yanlarının üstlerini kapatmakla hiçbir şey elde edemeyeceğimizi. “Kabul”, zor zanaat… fakat gerçek hayatımız, onu bütünüyle kabul edebildiğimizde başlıyor sanırım.
“İşin sırrı ne? Yemek yapmak matematiksel bir olay ama öyle bile olsa aynı tarif her seferinde farklı sonuç verir. Adımları izler, malzemeleri ölçer, zamanı ayarlarsınız ama hep kontrol edemediğimiz bir unsur vardır. Bu unsur, yemeğin mükemmel ya da yeterince iyi olmadığını belirler. Bu asla anlayamayacağımız bir gizem. Belki de işin sırrı akışına bırakmaktır.”
Hayatın içerisindeki her ivmelenme, her değişim evresi, her karar süreci de böyle değil mi sanki? Her yeni gün yeni bir yemek yapıyoruz ve her yemek, yaşamımızın bir parçası. Ve istediğimiz kadar aynı şekilde yaşayalım, istediğimiz kadar aynı şeyleri yapalım, aslında hiçbir gün bir öncekiyle aynı olmuyor. Sevgilinizle yakaladığınız o çok mutlu anların bir formülü yok ve tekrarlanamıyor, çocuğunuzu okula gönderdiğiniz ilk günün heyecanı bir daha yaşanamıyor (her sene bir ilk günü olsa dahi!) ve gökyüzünde oluşan hiçbir bulutun eşi benzeri olmayacak. Bu, hayatımızın sıkıntı dolu günleri, anları için de geçerli. Bir şeyleri tam yapmak, en iyi şekilde yapmak uğruna saplandığımız düşünce ve beklentiler, formüller, bize hep aynı sonucu getirmeyecek ve getirmemeli de. Aksi halde her şey monoton ve ölü olurdu. Simyacı, başka simyacıların yazdıkları metinlerle yola çıkamayacağını bilir. Onun elindeki o karanlık, ham madde onu kendi karanlığına (Nigredo) çekecek ve eğer şanslıysa, o fazda yeteri kadar uzun süre durabilecek gücü kendinde bulabilecekti. Fakat bu karanlığın ne başkalarınca tasviri ne de başkalarındaki çözümü simyacının imdadına yetişebilirdi. Ve elindeki ham maddeyi altına çevirme sürecinde geçeceği her karanlık (Nigredo) süreci de birbirinden çok faklı olacaktı – aynı malzemeleri kullansa, aynı tutumu gösterse dahi! Belki de işin sırrı gerçekten her şeyi akışına bırakmaktı…
“Bazen anlamak yeterli olmaz, inanmamız da gerekir. Fakat bazen yanlış insanlara inanırız ve bu olduğunda tek yapabileceğimiz, tekrar inanabilmek için olanı anlamaktır ve o zaman gizem yeniden başlar.”
Clara, bu bölümde Aziz Anselm’in o hazmı zor ifadesini hatırlatır bize: “İnanmak için anlamaya çalışmam, anlamak için inanırım. Çünkü, inanmadığım müddetçe anlayabileceğime inanmıyorum.” Din ve bilimin birlikteliğinden bahseder bize Clara. İnanç ve anlama ihtiyacı, görünen o ki, insanoğlunun iki en büyük merakı, gizemi ve tehlikesi olmuştur. Her ikisi uğruna sayısız canlar verilmiş, her ikisi uğruna sayısız sistemler yıkılmış ve inşa edilmiştir. Oysaki Aziz Anselm, bilimin inanca, inancın ise bilime ne kadar ihtiyaç duyduğunu anlatıyor belki de. Clara’nın ifadeleri ise beni şeylerle bağlantı kurabildiğim, yani onları anlayabildiğim ölçüde inancımı devam ettirebileceğimi hatırlatıyor. Hayatın gizemi ise tam burada başlıyor gibi görünüyor: Şeylerin içerisindeki anlamı bulabildiğimde ve o anlamı tekrar ve tekrar bulabileceğime her daim inandığımda. Anlamı yitiren insan ölür. İnancı yitiren insan ölür. Simya, Jung’a göre, Hristiyan inancında eksik olanı tamamlıyordu: Mistik olanı; gizemi. Ve Hristiyan inancı ile simya birbirlerinin zıttıydılar -en azından zaman içerisinde birbirlerinin zıttı haline geldiler. Çünkü simyacı doğada, yani bedende ve maddede Tanrı’yı görüyordu, katı bir Hristiyan ise bunu Tanrı’ya hakaret bildi. İronik olan şu ki, yüzyıllar sonra bilim de Hristiyan’a, Hristiyan’ın simyacıya yaptığını yaptı, onu hor gördü. Bilim, yeni dinimiz oldu ve dogmalaştı. “Bilimsel olduğu müddetçe” doğru kabul edildi pek çok yanlış. Doğanın ruhu, Psişe önemsiz kabul edildi. Madde kesilip biçildi, parçalarına ayrıldı, ki böylece Tanrı’yı bilebilirdik (“Tanrı parçacığı”na selam olsun!). Oysaki insan ancak inanarak devam edebilirdi… anlamaya ve anlatmaya.
“Hepimizin yara izleri var. Her gün sebep olduğumuz acıları veya başkalarının bize çektirdiği acıları hatırlatan eski ve yeni yara izleri bunlar. Bir de onlardan kurtulmaya yönelik duyduğumuz istek var. Bu yaraların bize bir daha zarar vermeyeceklerini söylesek de fark etmez çünkü yara izleri olmadan yaşayamazsınız. Tenimizdeki bu harita bize kim olduğumuzu gösterir, onu kimse görmese de. Ve bizi kurtarabilecek tek şey onları dönüştürdüğümüz şeydir.”
Didim’li Şüpheci Thomas, İsa’nın sözlerini şöyle aktarmıştı: “Kendi içinizdekini ortaya çıkardığınızda, sahip olduğunuz o şey sizi kurtaracaktır. Eğer içinizde o şey yoksa, içinizde olmayan o şey sizi öldürecektir.”[1] Bireyleşme, ya da psişik bütünlenme, yani psişemizin bütünlüğünü bilinçli şekilde tanıma ve takdir etme, yaralarımızı tanıyarak, onları başkalarını ya da kendimizi yaralamak veya öldürmek için silah olarak kullanmak yerine kabullenerek, psişik parçamız olduklarını anlayarak ve onurlandırarak dönüşmelerini sağlamakla mümkün. Bunun içinse çokça emek, çokça enerji, çokça sabır gerekiyor gibi.
Clara’nın “yara izleri” ile ilgili dediklerine bunları da eklemek yerinde olacaktır: “Suçluluk insanı felç edip ilerlemekten alıkoyar, işkence eder. O, görmek istemeseniz de orada içinizdedir. Ama suçluluk duygusundan nasıl kurtulursunuz? Onu kabullenip bir parçanız olduğunu kabul ederek. Saklamanın bir faydası olmaz. O, içinizde var olmaya devam edip bir iz bırakacaktır. Kurban olmanıza rağmen kendinizin cellat olursunuz. Suçluluk kazanırsa kararı o verir, etrafınızdakileri mahkûm edecek kararlar alır ve sizi de sonsuza dek mahkûm eder. Peki suçluluk duygusundan nasıl kurtulursunuz? Onu saklandığı yerden çıkararak, sürgün ederek, vedalaşarak ve ilerleyerek.”
“Gözümüzü kamaştıran şey yolumuzu aydınlatan ışıktır. Ama bizi gölgeler tanımlar. Orada, ışığın olmadığı yerde ruhumuz yaşar… istediklerimiz, aradıklarımız, sakladıklarımız, gerçekte kim olduğumuz.”
Bu ifadeleri daha fazla açmanın anlamı var mı, bilemiyorum. Öyle sade, apaçık ve içten ki. Gölge, kim olduğumuzdur ve sanırım tam da bu nedenle onsuz yarımız, eksiğiz. Gölgemiz olmadan bir hiçiz.
“Hiç karşı koyulamayan güç… sadece teslim olabileceğin doğaüstü bir güç… asıl önemli olan güç.”
Clara bu ifadeleri aşk için söylüyor. Aşk, büyülenme ve esriklik halinden başka nedir ki zaten? Sadece teslim olabileceğin, doğaüstü… Anima ve Animus’tan her fırsatta bahsettik*. Bu iki arketip, hayatlarımızda bizim sandığımızdan çok daha büyük bir güce sahip… ne yazık ki ve neyse ki. Çünkü aşk, asıl önemli olan güç… mysterium coniunctionis için, bireyleşme için, bütünleşme için, o simya kazanını mütemadiyen harlı tutacak ateş için. Aklımızın almadığı ve almaması da gereken, sadece teslim olabileceğimiz ve teslim olmadan gerçekten hayata doğamayacağımız güç…
“Göremeyenler değil karanlıkta yürüyenler kördür. Yolu çevreleyen duvarları el yordamıyla aramak, kısa, titreyen adımlarla yürümek. Nerede yürüdüklerini, nerede olduklarını bilmeyenler kördür. Biri bir mum yakıp ortamı aydınlatana dek orada oturmalıyız.”
Bu ifadelerde şeyler iç içe ve birden fazla. Simyada (bireyleşme sürecinde) Nigredo fazında bizi disoryantasyon ve disosiyasyon bekler, deriz. Altınız üstünüze gelir, hatta mekân ve zaman mevhumunuz yiter; şeyler yer değiştirir. Nigredo tamamlanana dek etrafınızı göremezsiniz, adeta körsünüzdür ve tam da bu nedenle nereye ilerlediğinizi dahi anlayamazsınız. Kendinizi tanıyamazsınız; bildiğiniz sizden geriye neredeyse hiç bir şey kalmaz. Adımlarınız titrektir, gerçekten de el yordamıyla ilerlemekten başka çare yoktur çünkü yapayalnız geçmek zorundasınızdır buradan (“Spiritus alme, illustrator hominum, horridas nostrae, mentis purga tenebras!”). Kim olduğunuzu bilmediğiniz, nereye gittiğinizi göremediğiniz bir süreçtesinizdir. Gerçekten de biri, bir mum yakıp ortamı aydınlatana dek hareket etmemelisinizdir -edemezsiniz de. Ve bu süreç bir gün tamamlanır ve (eğer şanslıysanız) Albedo ve sonrasında onu takip eden Rubedo ve belki de Citrinitas yakındır:
“Herkesin ait olduğu tek bir yer var, bizi oradan mahrum etmeye çalışsalar da. Ama kimse içgüdülerimizi bastıramayacak. İçgüdümüz nihayetinde bizi doğru yere götürecek… mutlu olabileceğimiz tek yere.”
Didem Çivici – Copyright ©2021
Jungiyen Analist @ C.G. Jung Institut Zürih
[1] “When you bring forth that which is within yourselves, this that you have shall save you. If you do not have that within yourselves, this which you do not have within you will kill you.” (70)
*https://didemcivici.com/2018/03/01/anima-erkegin-disil-ruhu/
https://didemcivici.com/2018/03/28/animus/
https://didemcivici.com/2018/09/09/kendi-golgemi-kesfetmek-anima-animusu-bulmak/
https://didemcivici.com/2020/03/04/anima-ve-animus-uzerine/
https://didemcivici.com/2020/07/19/animusu-yakindan-tanimak/
Çok teşekkürler Didem hanım, paylaşımlarınız çok değerli..
Saygılarıma,
Özlem
BeğenBeğen
Ben teşekkür ederim Özlem Hanım… hislerinizi yazmaktan geri durmadığınız için.
Çok sevgiler.
BeğenBeğen
Ne hoş ve cetin bir yazı olmuş. Clara karakteri bana babası tarafından zorla manasırdan çıkarılan Sainte Claire’yi hatırlattı nedense. Emeğinize sağlık.
BeğenLiked by 1 kişi
Hocam, elinize sağlık.
Tekrar tekrar okumalık bir yazı…
Bizim edebiyatımızdan bir romanı çağrıştırdı bende; Saygın Ersin’den Pir-i Lezzet. Okurken inanılmaz keyif almış ve heyecanlanmıştım; mutfak, aşk, astroloji, tarih, entrika hepsi birarada. Şimdi de simya gözüyle bakacağım tekrar. Teşekkürler…
BeğenBeğen