Travma ve Jung Psikolojisi – İçsel Dünyada Arketipsel Savunmalar

Travma, modern psikolojinin en çok tartışılan kavramlarından biri haline geldi. Savaşlar, göçler, çocukluk ihmal ve istismarları, afetler ve toplumsal şiddet, bireysel psişede olduğu kadar kolektif psişenin de kırılganlığını ortaya koymaktadır. Günümüzde travma üzerine yapılan çalışmalar çoğunlukla nörobiyoloji, bağlanma kuramı veya bilişsel-davranışçı modeller çerçevesinde ele alınsa da travmanın derin psikolojik boyutuna dair açıklamalar sınırlı kalmaktadır. Analitik psikoloji, travmayı yalnızca geçmişin bir yarası olarak değil, aynı zamanda psişenin bilinçdışı yapılarıyla kurduğu dinamik bir ilişki olarak görmesiyle farklılaşır. 

Carl Gustav Jung’un analitik yaklaşımı Sigmund Freud’dan belirgin bir şekilde ayrılır. Freud için travma, bastırılmış anıların ve bilinçdışına itilmiş içeriğin yarattığı nörotik belirtilerle ilgilidir. Jung içinse asıl mesele, travmanın psişik yapıyı parçalayan ve bilinç ile bilinçdışı arasındaki köprüleri kesintiye uğratan doğasıdır. Jung’un kompleksler kuramı, travmatik deneyimlerin nasıl psişik düğümlere dönüştüğünü, bireyin hayat enerjisini bloke eden özerk yapılara yol açtığını gösterir. Bu açıdan kompleks, yalnızca kişisel tarihin bir izi değil, aynı zamanda kolektif bilinçdışından güç alan bir yapıdır. Travma, bu özerk komplekslerin etrafında yoğunlaşarak, kişinin yaşam anlatısını bozar ve yeni anlam üretim süreçlerini askıya alır.

Donald Kalsched, The Inner World of Trauma adlı eserinde Jung’un bıraktığı bu teorik mirası travma kliniğine taşıyarak genişletmiştir. Kalsched’e göre ağır travma yaşayan çocuk, psişeyi koruyabilmek için “arketipsel bir savunma sistemi” geliştirir. Kalsched bu sistemi “self-care system” olarak adlandırır: bir yandan çocuğu daha fazla acıdan koruyan, öte yandan hayatla ve ilişkilerle bağını keserek gelişimi durduran çift yönlü bir yapı. Bu yapı, içsel koruyucu ile içsel cellat arasındaki dramatik gerilimi barındırır. Kalsched şöyle der: “Psişe kendini korumak isterken aynı zamanda yaşamdan uzaklaşır; işte trajedi buradadır”.

Travmanın bu ikili doğası klinik çalışmalarda sıkça karşımıza çıkar. Analitik süreçte danışan, bir yandan iyileşmek ve yeniden bağlanmak isterken, diğer yandan içsel savunmaların sert duvarlarına çarpar. Analist, yalnızca bireyin kişisel hikâyesiyle değil, aynı zamanda psişenin kolektif ve arketipsel katmanlarıyla da çalışmak durumunda kalır. Bu bağlamda travma, yalnızca psikiyatrik bir teşhis veya semptomatik bir olgu değil, insanın psikolojik varoluşunun en derin katmanlarına dokunan bir deneyimdir.

Dolayısıyla bu makalede, Jung’un analitik psikolojisi temelinde travmanın nasıl anlaşıldığını, Kalsched’in katkısıyla “arketipsel savunma sistemleri” kavramının bu anlayışı nasıl zenginleştirdiğini ve klinik süreçlerde bu dinamiklerin nasıl açığa çıktığını ele alacağım. Bu sayede, hem kuramsal temelleri hem de klinik yansımaları tartışarak, travmanın bireyleşme sürecinde yıkıcı olduğu kadar dönüştürücü bir potansiyel taşıyabileceğini göreceğiz.

Jung Psikolojisinde Travma Kavramı

Travma, Jung psikolojisinde yalnızca kişisel bir yaralanma değil, psişenin bütünlüğünü tehdit eden bir bölünme deneyimi olarak anlaşılır. Jung, travmatik deneyimlerin psişik enerjiyi (libido) bloke ederek bilincin gelişim sürecini sekteye uğrattığını belirtir. Freud için travma daha çok bastırılmış bir anının geri dönüşüdür; Jung içinse mesele, psişenin bütünlüğünü sağlayan köprülerin yıkılmasıdır. Bu yüzden Jung, travmayı bir “enerji krizi” olarak görür: libido, yani yaşam enerjisi, travmatik kompleksin etrafında donup kalır ve psişede bağımsız, özerk yapılar doğurur.

Kompleksler kuramı, travmanın analitik psikoloji içindeki temel kavramsal karşılığıdır. Travmatik bir deneyim, bir kompleksin etrafında yoğunlaşır ve bu kompleks zamanla kendi yaşamına kavuşur. Böylece kişi, belirli tetikleyici durumlarda istem dışı olarak aynı duygusal patlamalara, beden tepkilerine ya da düşünce kalıplarına sürüklenir. Jung’a göre bu, kişisel tarihin ötesinde kolektif bilinçdışına bağlanan bir fenomendir. Yani travma, bireysel yaşam öyküsünden kaynaklansa bile, psişede arketipsel boyutlara açılır. Kalsched’in de belirttiği gibi, “Travmatik kompleks, kişisel deneyimden doğar ama arketipsel imgelerle beslenir”.

Jung’un kavramları travmayı anlamak için önemli araçlar sunar. Persona, dış dünyaya uyum için geliştirilmiş maskedir; travma, bu maskeyi kırarak kişiyi savunmasız bırakır. Gölge, kabul edilemeyen yönlerin bilinçdışına itilmesiyle oluşur; travmatik deneyim gölgeyi yoğunlaştırır, bireyin inkâr ettiği acıları bilinçdışına iter. Anima/Animus, içsel karşı-cinsiyet imgesi, travmada yaralanarak kişinin içsel diyalogunu bozar. En önemlisi Benlik (Self), yani psişenin bütünlüğü, travmanın etkisiyle parçalanır ve erişilemez hale gelir. Böylece travma, yalnızca bir anının değil, arketipsel yapıların bütünleşmesini tehdit eden bir deneyim olur.

Klinik açıdan bakıldığında, bu parçalanma danışanlarda sıklıkla dissosiyatif belirtiler, kimlikte süreksizlik veya tekrarlayan (özellikle de kâbus) rüyalar biçiminde görünür. Örneğin ağır çocukluk travması olan danışanların rüyalarında, tehdit edici hayvanlar, saldırgan figürler veya terk edilmiş çocuk imgeleri sıkça görülür. Bu imgeler, bilinçdışı tarafından travmanın işlenememiş yükünü taşıyan sembollerdir. Jung’un rüya yaklaşımı, bu sembollerin yalnızca kişisel bir hatıranın yansıması değil, kolektif bilinçdışının anlam üretme çabasının ifadesi olduğunu gösterir.

Sonuç olarak, Jung psikolojisinde travma kavramı, bir yaralanmadan çok daha fazlasını içerir: psişik yapının bölünmesi, enerjinin donması ve bilinç ile bilinçdışı arasındaki ilişkinin kesintiye uğraması. Bu bağlamda travma, bireysel ve arketipsel boyutların kesiştiği bir sınır deneyimidir. 

Arketipsel Savunmaların Doğası

Donald Kalsched’in The Inner World of Trauma adlı eserinde geliştirdiği ve bence psikolojiye sunduğu en önemli katkı, travmanın yalnızca bir yıkım değil, aynı zamanda psişenin kendi içinde bir savunma sistemi yaratması olduğudur. Bu sistemi “self-care system” (kendini koruma sistemi) olarak adlandırır. Çocuk, yaşadığı ağır travmaya doğrudan dayanamayacağı için, psişe arketipsel düzeyde bir koruyucu mekanizma geliştirir. Bu sistem, bir yandan psişenin parçalanmasını önlerken, diğer yandan kişiyi dış dünyadan koparır. Kalsched bu paradoksu şöyle özetler: “Psişe kendini korumak için ölümü bile göze alır; ama bu korunma, yaşamla bağın kesilmesine mal olur”.

Bu savunma sisteminin doğası, arketipsel yapısı itibarıyla da çift yönlüdür: koruyucu/yapıcı ve yıkıcı. Bir taraftan çocuğu aşırı acıdan uzak tutar, öte yandan onu hayatla, çevresiyle ve büyüme süreciyle bağ kurmaktan alıkoyar. Klinik tabloda bu, içsel dünyada “iyi” ve “kötü” figürlerin keskin bir şekilde ayrılmasıyla görünür. Rüyalarda koruyucu melek benzeri figürler ile saldırgan cellat figürleri yan yana çıkar. Böylece psişe, kendini koruyan ama aynı zamanda hapseden bir içsel cezaevine dönüşür. Bu durum, Jung’un “arketipler ikili doğalarıyla hareket ederler – hem kurtarıcı hem de yıkıcıdırlar,” ifadesini hatırlatır.

Savunmaların arketipsel yapısı, onların sıradan psikolojik mekanizmaların ötesinde işlediğini gösterir. Örneğin bastırma ya da inkâr gibi bilinçdışı savunmalar daha çok kişisel düzeyde işlerken, Kalsched’in tarif ettiği sistem, kolektif bilinçdışının enerjilerini harekete geçirir. Bu nedenle travmatik danışanların rüyalarında mitolojik figürler, ejderhalar, iblisler ya da tanrısal koruyucular sıkça görülür. Bu imgeler, bireysel tarihten daha geniş, evrensel bir sembolik dilin işaretleridir. Terapötik süreçte bu imgelerin analizi, yalnızca kişisel travmayı değil, psişenin kolektif savunma sistemini anlamak için de kapı açar.

Klinik deneyimde bu savunma sistemine karşı çalışmak oldukça zordur. Danışan, terapistle yakınlaşmak istediğinde, içsel cellat devreye girer ve güveni sabote eder. Bununla birlikte, terapistin aşırı hızlı veya müdahaleci yaklaşımı, aynı sistemin koruyucu yönünü harekete geçirerek danışanı daha da içe kapatabilir. Bu nedenle analist, sabırla, küçük adımlarla ve sembollerin yardımıyla bu sistemin şifrelerini çözmek durumundadır. 

Dolayısıyla, arketipsel savunmalar travmanın psişede açtığı boşluğu dolduran paradoksal yapılardır. Onlar olmadan çocuk hayatta kalamayabilir; ama onlarla yaşamak da sürekli bir izolasyon ve tekrar eden acı anlamına gelir. Jungiyen analiz, bu ikili yapıyı anlamak, sembolik düzeyde işlemek ve bireye, travmatik savunmaları aşarak yeniden Benlik ile bağ kurmasına yardımcı olmak için güçlü bir zemin sunar.

Travma Sonrası İçsel Dünyanın Yapısı

Travmatik deneyim sonrası psişenin içsel örgütlenmesi, genellikle ikili ve parçalanmış bir yapı kazanır. Donald Kalsched, bunu “travmatik içsel ikilik” olarak tanımlar: bir tarafta incinmiş, kırılgan ve masum çocuk imgesi, diğer tarafta onu korumak için ortaya çıkan sert, çoğu kez sadistik bir içsel cellat. Bu cellat, dışarıdan gelen yeni tehditlere karşı çocuğu koruma işlevi üstlenir. Ancak bu koruma, aynı zamanda ruhun canlılığını bastırmak ve dış dünyayla teması kesmek anlamına gelir. Böylece travma sonrası içsel dünya, yaşamla ölüm arasında donmuş bir ara mekâna dönüşür. Jung’un deyimiyle, “Travma, yaşam enerjisinin akışını kesintiye uğratarak psişeyi parçalanmaya zorlar”.

Rüyalarda travma sonrası içsel dünyanın yapısı çarpıcı biçimde görünür. Korunmasız çocuk figürleri, karanlık canavarlar, kapalı odalar ya da zincirlenmiş hayvan imgeleri, travmatik psişenin kendini ifade ediş biçimleridir. Bu imgeler, Jung’un arketipsel dil anlayışıyla ele alındığında, yalnızca kişisel anıların değil, kolektif bilinçdışının sembolleridir. Örneğin bir danışanın rüyasında tekrar tekrar görülen dev bir yılan figürü hem travmatik tehdit deneyimini hem de aynı anda dönüşüm potansiyelini temsil edebilir. Jung, “Yılan hem öldüren hem de yenileyen bir simgedir; travmanın psişedeki paradoksal doğasını açığa çıkarır” (Jung, CW 5) diyerek bu ikili yapıyı mitolojik düzeyde işaret eder.

Bu yapının bir başka özelliği, zaman duygusunun donmasıdır. Travma sonrası içsel dünya, geçmişteki travmatik anı sürekli tekrarlar; böylece kişi ruhsal olarak “orada ve o anda” kalır. Bu nedenle travmatik danışanlar, yıllar geçse bile sanki olay hâlâ yaşanıyormuş gibi tepkiler verebilirler. Jungiyen analiz sürecinde, bu donmuş zamanı semboller, rüyalar ve aktarımlar aracılığıyla çözmek mümkündür. Terapist, danışanın içsel çocuğuyla ve celladıyla aynı anda çalışmak zorundadır. Zira travma sonrası içsel dünya, koruyucu ile cellat, yaşam ile ölüm, umut ile çaresizlik arasında salınan bir ikilik üzerine kuruludur. Bu yapı, travmatik psişenin hem korunma hem de izolasyon amacına hizmet eder. Bu zorlu ikilik, ancak sabır ve güven temelinde yavaş yavaş dönüşebilir. Jungiyen analiz, bu bölünmüşlüğü sembolik düzeyde tanımayı, imgeler aracılığıyla görünür kılmayı ve zamanla bireyleşme süreci içinde bütünleştirmeyi hedefler. Travmanın en karanlık içsel mekânları bile, sembolik çalışmayla anlam üretme ve dönüşüm için bir kapı aralayabilir.

Klinik Yansımalar

Travmanın arketipsel savunmaları, klinik süreçte hem danışan hem de terapist için büyük zorluklar yaratır. Analitik ilişki, travmatik içsel dünyada saklı olan ikiliğin –koruyucu ve cellat– yeniden sahnelenmesine alan açar. Danışan, terapiste yakınlık hissettiği anda içsel cellat devreye girer ve güveni sabote eder. Bu, yoğun kuşku, öfke veya terapiden çekilme isteği şeklinde görülebilir. Analist için bu durum, karşı-aktarımda güçlü duygular (örneğin çaresizlik, sabırsızlık veya öfke) olarak yansıyabilir. Jung’un “Analitik ilişki iki ruh arasındaki karşılaşmadır; burada yalnızca hasta değil, analist de dönüştürülür,” sözleri, travma terapisi için özellikle anlamlıdır.

Aktarım ve karşı-aktarım, travmatik savunmaların açığa çıktığı temel alanlardır. Kalsched, travmatik danışanların analisti bazen kurtarıcı bir melek, bazen de zalim bir iblis olarak algıladıklarını belirtir. Bu ikili algı, içsel dünyadaki koruyucu–cellat dinamiğinin terapötik ilişkiye yansımasıdır. Analist, bu yoğun duyguları kişisel bir saldırı olarak değil, psişenin arketipsel düzeyde işleyen savunma sisteminin dışavurumu olarak anlamalıdır. Aksi halde, terapötik ittifak kolayca bozulur. Burada analistin sabrı, sembolik düşünce kapasitesi ve kendi gölgesiyle yüzleşme yetisi belirleyicidir.

Rüyalar, klinik süreçte travmatik psişeyi anlamak için vazgeçilmezdir. Örneğin çocukluk travması yaşamış bir danışan, tekrar eden bir rüyasında kapalı bir odada kilitli bir çocuğu görmüş olabilir. Bu rüya hem içsel çocuğun yaralı yönünü hem de celladın onu dış dünyadan izole eden gücünü sembolize eder. Terapötik çalışmada bu rüya ele alındığında, danışan yalnızca kişisel anılarını değil, aynı zamanda psişesinin savunma yapısını da fark eder. Jung’un rüyaları “psişenin kendini dengeleme girişimleri” olarak görmesi, bu bağlamda travmatik sembollerin hem acıyı hem de iyileşme potansiyelini barındırdığını gösterir.

Klinik örneklerde sıkça görülen bir diğer tema, bedensel semptomlardır. Travmatik savunmalar, yalnızca imgesel düzeyde değil, somatik düzeyde de ifade bulur. Donma, bayılma, ani panik tepkileri ya da kronik ağrılar travmanın bedensel yankıları olabilir. Jung’un “Psişenin bilinçdışı kısmı, bedende iz bırakmadan var olamaz,” ifadesi, bedenin psişik yaralanmanın taşıyıcısı olduğunu ziyadesiyle vurgular. Bu nedenle Jungiyen analizde bedenin tepkileri de sembolik bir dil olarak değerlendirilir ve süreç, yalnızca semptomların giderilmesini değil, içsel dünyadaki arketipsel savunmaların tanınmasını ve dönüştürülmesini de hedefler. Analist, danışanın hem yaralı çocuğunu hem de celladını aynı anda kabul edebilecek bir “üçüncü alan”yaratmalıdır. Bu alan, Jung’un bireyleşme sürecinde vurguladığı “karşıtların birleşmesi”nin (“coniunctio oppositorum”) küçük ölçekli bir sahnesidir. Klinik çalışmada travmatik savunmalarla yüzleşmek zordur; fakat bu yüzleşme, psişenin yeniden canlılık kazanması ve Benlik ile bağ kurulması için gereklidir.

Sonuç olarak…

Travma, Jung psikolojisi açısından yalnızca bireysel bir yaralanma değil, psişenin bütünlüğünü tehdit eden ve bilinç ile bilinçdışı arasındaki bağlantıyı kesintiye uğratan bir deneyimdir. Jung’un kompleksler kuramı, travmanın psişede özerk yapılar oluşturduğunu ve bu yapıların hem kişisel hem de kolektif bilinçdışıyla bağlantılı olduğunu gösterir. Bu açıdan travma, yalnızca geçmişin bir izi değil, aynı zamanda arketipsel enerjilerin harekete geçtiği bir kırılma noktasıdır ve amaçsaldır da. Jung’un sözleriyle, “Bilinçdışı, her zaman iyileştirici imgeler üretir; mesele, onları görmeyi öğrenmektir”. Bu ifade, travmanın taşıdığı dönüşüm potansiyelini işaret eder.

Donald Kalsched’in katkısı, travmanın bu arketipsel boyutunu kliniğe taşımak olmuştur. Klinik pratikte travmayla çalışmak, Kalsched’in bahsettiği arketipsel savunmalarla yüzleşmeyi gerektirir. Analist, analizanın (danışan) içsel celladıyla karşı karşıya kalırken sabırlı, sembolik düşünceye açık ve kendi bilinçdışıyla temasta olmalıdır. Zira travma, Jungiyen psikoloji açısından hem bir tehdit hem de bir imkândır. Tehdit, psişeninparçalanması ve yaşamdan kopuş tehlikesinde yatar. İmkân ise, bu parçalanmanın fark edilmesi ve sembolik süreçler aracılığıyla bütünleşmenin yeniden sağlanabilmesindedir. Kalsched’in gösterdiği üzere, travmanın içsel dünyada yarattığı savunmalar, bireyleşme sürecindeki kapılardır. Bu kapılar açıldığında, birey yalnızca travmasından iyileşmez; aynı zamanda psişenin derinliklerine, Benlik ile daha sahici bir ilişkiye ulaşır.

Didem Çivici – Copyright ©2025
(Jungian Psychoanalyst- C.G. Jung Institut, Zürich)

Kaynakça

  • Jung, C. G. (1960). The Structure and Dynamics of the Psyche (Collected Works of C. G. Jung, Vol. 8). Princeton University Press.
  • Jung, C. G. (1969). The Archetypes and the Collective Unconscious (Collected Works of C. G. Jung, Vol. 9, Part 1). Princeton University Press.
  • Jung, C. G. (1969). Aion: Researches into the Phenomenology of the Self (Collected Works of C. G. Jung, Vol. 9, Part 2). Princeton University Press.
  • Kalsched, D. (1996). The Inner World of Trauma: Archetypal Defenses of the Personal Spirit. Routledge.
  • Kalsched, D. (2013). Trauma and the Soul: A Psycho-Spiritual Approach to Human Development and Its Interruption. Routledge.
  • Fordham, M. (1957). New Developments in Analytical Psychology. Routledge.
  • Perry, J. W. (1974). The Far Side of Madness. Prentice Hall.
  • Guggenbühl-Craig, A. (1971). Power in the Helping Professions. Spring Publications.
  • Knox, J. (2003). Archetype, Attachment, Analysis: Jungian Psychology and the Emergent Mind. Routledge.

Yorum bırakın