Grup Psikolojisi Üzerine (Marie-Louise von Franz)

Modern sosyologlar genellikle kolektif bilinci ego bilincinden daha olumlu şekilde değerlendirirler; ilki daha “normal” iken ikincisi asosyal “aykırı” özellikler sergilemeye meyillidir. Ancak bunun genel olarak geçerli olmadığı gerçeğini göz önünde bulundurmalıyız. Tek bir bireyde olduğu gibi, bütün bir grubun bilinçli tutumu içgüdüsel köklerinden sapıp nevrotik hale gelebilir ve sonra bir bireyin sağlıklı egosuyla çarpışabilir. Sıklıkla, bütün bir nevrotik aile grubunun, kendi tek sağlıklı üyesi ile savaştığını gözlemledim. Nazi Almanya’sında dengesini korumaya çalışan herkes zulüm gördü. Bu nedenle şu soruyu sormalıyız: Normal nedir? Kolektif “biz”, ne zaman dışarıdaki egodan daha normaldir ve ne zaman değildir? İşte burada derin sulara giriyoruz. Bununla birlikte, gruplar tipolojik tek yanlılık da gösterebilirler.

(Grup içerisindeki “bağlanma”dan bahseder)… Bu bölgesel bağlanma, anne arketipinden türemiştir ve bununla birlikte, insanların “anneyi” kendi gruplarına yansıtma eğiliminde oldukları gözlemlenmiştir ve böyle bir durum, çoğu zaman her türden çocuksu gerilemeye (regresyon) yol açar. 

Sosyoloji, tüm grupların bir grup temasına, bir grup amacına veya bir grup hedefine yoğunlaşmak olarak tanımlanan bir tür merkez etrafında toplandığını keşfetti. Tüm grupların varlığı bu merkeze bağlıdır. Ya merkezin spor, ticari ve politik gruplarda olduğu gibi tamamen rasyonel bir amacı vardır ya da bu merkez, ilkel kabilelerdeki totem gibi daha yüksek bir düzene  veya merkezin “aşkın deneyim (transcendental experience) ihtiyacını” karşıladığı dini toplumların sembollerine aittir. Duyarlılık gruplarında ve terapötik gruplarda merkez, kişinin sosyal davranışları konusunda daha bilinçli hale gelme eğilimlerini ve iyileşme eğilimlerini, aynı zamanda da ilişkilerde birbirimiz üzerindeki karşılıklı etkilerimizi destekleme amacını taşır.

Bu tanımlamalarda bir faktör yine gözden kaçırıldı: arketipin etkisi. Ticari veya spor grupları veya hatta bazı siyasi gruplar gibi bazı grupların yalnızca bilinçli rasyonel amaçları vardır, ancak bazı gizli veya açık ideolojik faktörler devreye girer girmez “duygusal” hale gelirler ve bazı arketipsel etkiler altında oldukları gerçeği açığa çıkarırlar. Bir arketipin duygusal etkisi ne kadar büyükse, grubun birbirine tutunması ve ahengi de o kadar büyük olur. Ulusal Sosyalizm ve Komünizm bunu çok açık bir şekilde göstermektedir; ilki Wotanizmin canlanmasıdır ve ikincisi çarpıtılmış bir Kurtarıcı mitini içerir.

Birbirine daha fazla tutunma sonucunda, yabancılara ve “inanmayanlara” karşı da her zaman daha büyük bir saldırganlık açığa çıkar.

Modern insanın kentsel izolasyonundan kurtulma ihtiyacının farkına varan Kiliseler ve diğer yanda da solcu hareketler bu fırsatı değerlendirmeye ve her türden grup deneyi sunmaya çalışırlar. Ancak bu, arabayı atın önüne koymaktır ve bir içsel kurtuluş olasılığının gerçekleşmesini engellediği için de felakete yol açabilir, yani bireyin Benlik deneyimini. Bu, Jung’un yazdığı gibi, yalnızca tek başına bulunabilir: “Hasta artık kendisini destekleyemediğinde, onu destekleyen şeyin ne olduğunu bulmak istiyorsa yalnız kalmalıdır. Yalnızca bu deneyim ona yıkılmaz bir temel sağlayabilir.”

Sorumlu analist tam da bu nedenle bireysel tedaviyi toplu iyileştirmelere tercih eder; bu, toplumsal ve kolektif etkilerin genellikle yalnızca kitlesel bir sarhoşluk ürettiği ve yalnızca insanın insan üzerindeki eyleminin gerçek bir dönüşüme yol açabileceği deneyimiyle de bağdaşmaktadır.

İlk bakışta, bireyin bir grup tarafından korunduğunu ve kendisinden uzaklaştığını hissetmesi büyük bir rahatlama gibi görünür. Dolayısıyla grupta güvenlik duygusu artar ve sorumluluk duygusu azalır. Telkine açıklık da muazzam bir şekilde artar, fakat özgürlüğün kaybedilmesi gibi bir gerçeği de içerir, çünkü kişi iyi veya kötü çevresel etkilerin eline düşer. Küçük bir gruba bile telkinci bir grup ruhu hakimdir. Eğer ki bu telkin ruhu iyiyse, grubun birey üzerinde olumlu sosyal etkileri olabilir, ancak bu, bireyin zihinsel ve etik bağımsızlığının azalmasını da beraberinde getirir. Grup, egoyu güçlendirdikçe kişi daha cesur hale gelir ve hatta küstahlaşır, fakat Benlik arka plana itilir. Bu yüzden zayıf ve güvensiz insanlar büyük kuruluşlara dahil olmak isterler. O zaman kişi kendini büyük hisseder ama Benliğini kaybeder (şeytan, kişinin ruhunu yakalar), kişisel yargısını kaybeder. Seviyelendirme genellikle bir kişinin grup ruhuyla özdeşleşip lider olmaya çalışmasıyla telafi edilir. Bu nedenle gruplar her zaman güç ve prestij mücadelesiyle doludur. Bu savaşlar, kolektif insanın artan egoizmine dayanır.

Jung, bu temayı ele aldığı bir mektupta* grup terapisine Christian Science veya Oxford Hareketi’ne olduğundan daha fazla bir itirazının olmadığını ekliyor; grup terapisi, bazen kişisel analizde yeterince ortaya çıkmayan bireylerin sosyal davranışlarını düzenler ve eğitir. Fakat insan her zaman kendi içinde bağımsız güç aramak yerine başkalarına ya da “izmlere” tutunmaya meyilli olduğu için, kişinin grupta bir baba veya anne ilan etmesi ve eskisi gibi çocuksu ve güvensiz kalması tehlikesi ortaya çıkar. Eğer toplum çok değerli bireylerden oluşsaydı, toplum, uyum sağlamaya değer olurdu, ama toplum genel olarak zayıf ve aptal insanlar tarafından yönetilir ve bu nedenle de tüm yüksek bireysel değerleri boğar. Sosyal olarak olumlu etkiler şu anda kazanılsa dahi daha sonradan çok daha pahalıya mal olurlar.

Bir bireyin, grup terapisiyle birlikte aynı anda kişisel bir analizde olması durumunda, grup deneylerinin kişisel analizi tamamladığı söylenmiştir. Fakat, kendim de gördüğüm ve başkaları tarafından da onaylandığı üzere, grup deneyimine katılmak bireysel terapiye yardımcı olmaktan çok bireysel analizi bozar, çünkü bireysel analizde bilinçdışı kendi konstelasyonunu “zaman”layabilirken, grup terapisinde ise mevcut sorunları yanlış zamanda harekete geçirir.

Şimdi, grup deneyleri yapmaktan hoşlanan analistler kimlerdir diye sormalıyız? Bana açıkça itiraf ettiği üzere bazıları motivasyonlarını genellikle daha az çabayla daha çok para kazanmada bulurlar. Bir başka motivasyon da, bazı terapistlerin, hastalarının tutkulu ve zorlu aktarımlarıyla baş edememesidir. Genel olarak kabul edilir ki, aktarım fenomeni grup durumlarında zayıflar ve bu nedenle gruplar, transferlerin baskısını azaltmaya yardımcı olurlar. Ancak Jung, aktarımın bireyleşme sürecinin ve bununla birlikte bireyin iyileştirici dönüşümünün aracı olduğunu göstermiştir.

Aktarım aracına dayanan bireyleşme süreci, gerçek sosyal davranışların olmazsa olmaz koşuludur, çünkü eğer bireyleşme bilinçli olarak gerçekleştirilmezse, “kendiliğinden negatif bir biçimde, yani kendi türümüze karşı sertleşme şeklinde gerçekleşir. 

… Ancak psikoterapi tarihinde kısaca bakmamız gereken başka motivasyonlar da var. Hem rahipliğin hem de psikoterapinin kökleri ilkel şamanizm fenomeni ve tıp adamlarının varlığında yatmaktadır. Şaman veya şifacı, esas olarak bireysel ruhun kaderi, ölüme hazırlığı, ölümden sonra korunması ve hayaletler ve iblisler tarafından ele geçirilme durumlarına karşı korunmasıyla, yani arketipsel güçlerle ilgilenir. Bunu yapabilir çünkü kendi inisiyasyonu sırasında bu tür ele geçirilme durumlarına maruz kalmış ve kendini iyileştirmenin yollarını bulmuştur. Bu tür şamanların ve tıp adamlarının başlangıç ​​deneyimi, şimdi bireyleşme süreci dediğimiz şeyle çakışmaktadır.

Bu süreç gerçekleştikten sonra, şaman kendi kabilesi içinde doğal otoriteyi kazanır çünkü o, en bireyleşmiş ve bilinçli bireyi temsil eder. Ama daha bu erken aşamada şamanın gölgesini, nevrotik (hatta psikotik) kara büyücüyü de buluruz. Kara büyücü, hayalet dünya (yani kolektif bilinçdışı) deneyimleri nedeniyle kolektif otoriteyi talep eder; bunu yaparken zihinsel olarak hasta olduğunu da kanıtlar aslında. (Modern örnekler Rasputin ve Hitler olacaktır.) Bireyleşme, iyi niyetli, liberal, mütevazı ve ılımlı bir grup liderinin tavrıyla örtülmüş dahi olsa, nihayetinde kolektif iktidar talepleriyle bağdaşmaz! Çünkü sadece Benlik bize egonun talep etmediği doğal otoriteyi verebilir.

Marie-Louise von Franz. “Psychotherapy” 

SHAMBHALA; Boston & London, 2014

Çeviri: Didem Çivici  – Copyright ©2020

(“On Group Psychology” bölümünden bir kısım olarak çevrilmiştir. Yayıncıdan herhangi bir izin alınmamakla birlikte kâr amacı gütmeksizin topluma hizmet amacıyla yayınlanmıştır. Tüm sorumluluk Didem Çivici’ye aittir ve herhangi bir kısmının yayınlanmasına izin verilmez.)

*Jung, letter to Hans Illing, 26 January 1955, Letters, Vol 2.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s