Bir Filmi Analiz Etmek: “Bollywood My Love!”*

Modern çağın peri masalları filmlerdir demişti Marie-Louise von Franz. Masallarsa kolektifin rüyalarıydı: Ortak dokularımız, ortak hikâyelerimiz; sadece duygularımızın ortak işleyişi değil, aynı zamanda da ortak hayallerimizdi bu rüyalar.

Analitik Psikolojiyi bir analist olarak keşfetmeye başladıktan çok önce başladım sinemanın büyülü dünyasını okumaya çalışmaya. Sahnede beliren karakterlerin benim parçalarım olduklarını, hikâyenin değişimiyle birlikte benim de değiştiğimi yıllar önce fark ettim. O birkaç saatlik zaman diliminde belki de hiç bilmediğim, düşündüğüm fakat aslında derinlerde bir yerde ait olduğum şeyler vardı. Ve süreçte fark ettim ki, beni etkileyen filmlerin bir örüntüsü, ortak bir hikayesi vardı. İşte bu beni o senaryoların aynı bir rüya gibi beni ele geçirdiklerini, beni derinden etkilediklerini ve bu etkilenmenin bir nedeni olduğunu anlamamı sağladı. Psişemde faal olmayan hiçbir şey duyguların yükselmesine sebep olmazken, psişik dinamiklerime eşleşen karakter ve durumlar beni sert bir şekilde savurabiliyorlardı. Sinemanın derin psikolojisine işte böyle adım attım. Sinemanın insanın kendini anlamasında ne kadar büyük bir rol oynayabileceğini de deneyimleyerek keşfetmeye başladım.

Sinema ve sinemanın hikayelerine nasıl baktığımı birkaç cümleyle anlatmak istedim, zira aslında yıllardır filmlerin derin psikolojisin incelememe rağmen ilk defa bu konuya dair kapsamlı makale yazmaya yelteniyorum. Odaklanmak istediğim konuysa belirli bir Bollywood filmi: Jab Harry Met Sejal. Başrollerini Shah Rukh Khan ve Anushka Sharma paylaşıyor. Açıkçası Bollywood filmlerini analiz etmeyi çok seviyorum çünkü arketipler ve arketipsel kavramlar o kadar açık ve net şekilde okunuyor ve o kadar çok duyguya (komplekslere de selam olsun!) yer veriliyor ki analiz malzemesi çok ve analiz etmesi de keyifli.

Filmin tüm detaylarına girmekten kaçınmak istiyorum, zira zaten yeterince spoiler içeren bir yazı olacak fakat benim için analiz anlamında en önemli bulduğum yerleri de es geçmemeye çalışacağım. Aslında klasik bir puer-puella hikayesi gibi görünüyor bu film fakat elbette ki çok daha fazlası var. Fakat ana konunun psikolojik yapısını puer ve anne kompleksi üzerinden ele almak oldukça geçerli olacaktır sanıyorum. Bununla birlikte, uçarı -İkarus nevi- bir erkeğin anima sayesinde kökleriyle yeniden buluşmasını seyrettiğimiz bir modern zaman masalı bu film. Harry, kendine, aslında bilinçdışına (animaya ve Anne’ye) yabancı bir adamdır ve yabancı topraklardadır, anavatanından uzaktadır ve köklerinden kopmuştur. Fakat bireyleşme sürecinde ilerleyecek her erkek gibi Harry de kendi bütünlüğünü sağlamak için egosundan ve özellikle de personasından vazgeçmek zorunda kalacaktır -ne de olsa kefareti olmayan bir öğrenim ya da mükafat psişik olarak mümkün değildir.

Hikâye (ya da hadi gelin biz buna rüya diyelim), Arijit Singh’in seslendirdiği Safar şarkısıyla başlıyor. Özellikle Bollywood filmlerinde müzikler ve şarkıların sözleri en az hikâye kadar önemli diye düşünüyorum. Duyumsama (sensation) fonksiyonu güçlü olan Hint kültürünün beden aracılığıyla ifade bulduğunu unutmayalım. Bununla birlikte, aynı bizim kültürümüz gibi, Batı kültürünün etkisi altında kalmış olan Hint kültürünün değişmiş yapısını ve aynı zamanda da köklerine olan özlemini izliyoruz bu filmde. Kökleri kopmuş, avare ve uçuşan Harry karakteri de bize tam olarak ‘modern’ Hint (buna Türk de diyebiliriz) erkeğinin arada kalmışlığını anlatıyor: ‘Ben bir yolcuyum, durmadan gidiyorum… bir orada bir buradayım,’ 

Filmlerdeki (ve rüyalardaki) ilk sahneleri çok önemserim. Çoğunlukla tüm hikâyenin ana temasını ve ana sorunu bu ilk sahnelerde görürüz aslında. Aynı rüyalarda olduğu gibi. Bu hikâye bir tur rehberinin (Harry) günlük rutiniyle başlar ve ilk sahneleri iki uç dünyayı gösterir: Harry’nin güncel yaşamı (şehirler ve insanlar) ve buğday tarlası (doğa). Bu iki ayrı dünyanın kahramanımız Harry’nin bilinçli ve bilinçsiz dünyalarını sembolize ettiklerini söylemek zor olmayacaktır. Şehir, bilinçli tutumu gösterirken doğa ise bilinçsiz tutumu gösteren semboller olarak ele alınır çoğunlukla. Ana psişik sorun bu sahnede çok iyi şekilde verilmektedir aslında: Harry, iki dünya arasında sıkışmıştır; iki dünya arasında kopukluk vardır, ‘bir orada’dır ‘bir burada’.

Hepimizin ortak sorunu olan bu psişik bölünme (psychic split) ne yazık ki ve neyse ki bilinçdışı tarafından uzun süre devam ettirilmez, yani bilinçdışı buna izin vermez. Bilinçdışı tamamıyla telafi (compensation) sistemi üzerine kurulmuş bir yapı gibi davranmaktadır ve bilincin tek yanlı tutumunu dengelemek için illaki sarsıcı bir durum yaratacaktır. Bizim hikayemizdeki bu durumun bir ismi dahi vardır: Sejal.

Bu genç kadın hikâyenin aslında ana kahramanı olabilir, zira Sejal’in Harry’nin, yani kahramanımızın, içsel dönüşümünü sağlayan aşkın işlev (transcendent function) olarak çalıştığını düşünüyorum. Sejal, Harry’nin bir aydır rehberlik yaptığı gezi grubunda bulunan, yeni nişanlanmış genç bir avukattır. Nişanlısının ona verdiği yüzük biraz bol gelince yüzüğünü gezi esnasında düşürdüğünü sanarak uçağa binmekten vazgeçip Harry’i bulur ve işte akıl almaz yolculukları da (bakın şu kaderin işine ki) burada başlar. 

Sejal’in Harry’i bu yüzük bulma işinin bir parçası haline getirmek isteyerek tabiri caizse Harry’e yapışmasıyla Harry’nin karakteriyle ilgili önemli ve daha sonrasında çok işimize yaracak birkaç şey öğreniriz: Sejal, ‘beni ilgilendirmez,’ diyen Harry’i iki yüzlülükle suçlar. Tam bu noktada rüya analiziyle ilgili çok değerli bir bilgi bu hikâyeyi daha net analiz etmemize yardımcı olacaktır. Rüyaları analiz ederken ilk yaklaşımım şudur: Bir durum ya da nesneye dair şu soruları sorarız,

Bu nedir? Ne işe yarar?

Bu iki sorunun bizi ulaştıracağı şey nesnel bakış açısıdır. Sadece çağrışımlarla ilerlemektense bir nesnenin aslında ne olduğu bize rüyanın içeriğiyle ilgili çok daha fazla şey anlatabilir. Konumuza dönersek, Sejal’in Harry’e iki yüzlü demesini olası bir abartı ya da gerçek dışılık olarak almaktansa düz bir gerçek olarak alırım ve şunu sorarım: İki yüzlülük nedir? İki farklı yüz ya da yaşamın varlığıdır. Yani hikâye ya da rüya bize demektir ki Harry’nin iki farklı yüzü vardır ve bu bir sorundur çünkü anima olarak göreceğimiz Sejal karakteri bunu söylemektedir. Haliyle bunu gerçek olarak kabul eder ve hikâyeyi analizde bu detayı bize yardımcı faktör olarak ele alırız. Sejal, hikâyeyi Harry tarafından analiz ettiğimizde, yani tüm hikâyeyi Harry’nin bir rüyası olarak ele aldığımızda, Harry’nin psişesindeki animanın bir sembolü olarak karşımıza çıkar. Daha önceden de dediğim gibi, bilinçdışı bilinç ve bilinçdışı arasındaki bölünmelere izin vermez ve anima (animus da böyle çalışır), eros fonksiyon olarak bilinç ile bilinçdışı arasındaki bağı yeniden kurmaya yardım eder (tabi eğer şanslıysak!). Velhasıl, Harry’nin o monoton ve hedonist yaşamında ‘durduk yere’ bir sorun çıkar. Bilinçdışı aynı bu şekilde çalışır işte: Siz (egonuz) her şey yolunda gidiyor zannetmektesinizdir ve hareketli ya da durağan yaşamınızın tatlı bir monotonluğu vardır. Ve hiç yoktan bir durum hasıl olur ve haytanızın altı üstüne gelir. Bunu kim yapmaktadır ve neden? Dr. Jung’un bu soruya cevabı bilinçdışı olmuştur. Bilinçdışı, bilincin tek yanlı ve aşırı tutumuna uzun süre müsamaha göstermez ve bir durum (aşk, kaza, kayıp, hastalık, vs.) ortaya çıkararak bu tek yanlılığı telafi etmeye kalkar. Ha, bunun rasyonel bir işleyişi ne yazık ki yoktur çünkü bilinçdışının rasyonellikten çok uzak olduğunu tahmin ediyoruz.

Hikayemizdeki başka dikkat çekici sembol ise yüzüktür. Öyle ki, tüm hikâye bir yüzüğün etrafında dönmektedir -aynı Güneş gibi! Öncelikle yüzük imgesiyle ve bu imgenin hikâyenin bütünlüğüyle ilişkisiyle ilgili bir not düşelim:

Hikâye bize şunu söylemektedir: Elimizde bir nişan yüzüğü var. Bu ne demek? Nişan, evlilikten, yani bütünleşmeden ya da birleşmeden önceki fazdır ve masallardaki sayısal değer 3’tür. 3, ‘tamamlanmadan önce’yi (bknz. Maria Propetessa aksiyomu) sembolize eder. Bütünlük ya da bir araya gelme (coniunctio) sadece bir potansiyeldir. Yüzüğün bir nişan yüzüğü olması, kahramanlarımızın psişik durumlarıyla ilgili bir ip ucu verir yani: Bütünlük sadece bir potansiyel olarak (in potentia) vardır. Fakat yüzük kayıptır -yani bilinçdışındadır ve bulunması gereklidir.

Yüzük, Benlik (the Self) sembolüdür de aynı zamanda. Fakat von Franz’ın öğüdünü hatırlayıp (‘Yüzük için Benlik sembolü deyip geçmeyin. Pek ala Benlik sembolüdür ama işlevi nedir?!’) yüzüğün coniunctio, yani bir araya gelme, buluşma sembolü olduğunu söylemeden de geçmeyeyim. Peki yüzük sembolüyle ortaya çıkan bu arketip (coniunctiobir arketiptir) neyi amaçlamaktadır ve hangi iki şeyi bir araya getirmeye çalışmaktadır?

Bir araya gelmeye çalışan o en başta da bahsettiğimiz iki dünyadır: Bilinç ve bilinçdışı. Bu, bilincin bilinçdışında yok olması ya da bilinçdışının tamamıyla bilinçli hale gelmesi değil, her ikisinin de varlıklarını koruyarak krallığa (kişilik) huzur gelmesi durumudur. Aynı bedenin flora dengesinin olması gibi psişenin de bir flora dengesi vardır. Bu denge bozulduğunda sistem harekete geçer. Bedene yabancı bir virüs girdiğinde ateşin yükselmesi gibi psişik dengeyi tehdit eden bir durum olduğunda da benzer bir semptom (örneğin nevroz) görürüz. Bu tamamıyla doğa bir bütünleşme (‘health’; iyileşme) güdüsüdür ve arketipsel olarak ele alınır -yani her insan ateşlenir ve her insanın psişesi de benzer tepkileri verir. Görünen o ki amaç, bu birlikteliğin (coniunctio) sağlanmasıdır ve hikayemizde (ve pek çok masalda da) yüzük sembolü bu nedenle önemlidir. Fakat burada önemli bir detay söz konusudur: Yüzük kayıptır ve bu yüzük Harry’e ait değildir, animaya aittir. Yani hikâye bir araya gelmeyle ilgili bir sembol üretmiştir fakat yüzüğün anima ve nişanlısına ait olması kafa karıştırıcıdır. İşte burada başka bir katmanı daha açmak durumundayız: Yüzük, animaya aittir -ve onun nişanlısına, yani animanın animusuna. Aynı zamanda da bu nişanlı Harry’nin gölgesini sembolize etmektedir -yani Harry’nin sahiplenemediklerini barındıran psişik karaktere. Bu durum psişik olarak tehlikelidir çünkü anima ya da animusun gölge ile evlenmesini (birleşmesini) istemeyiz. Bu çok yoğun bir bilinçsiz hal üretir ve böylece egonun disosiyasyon yaşaması ve psişik bölünme riski daha da artar. İstediğimiz, animanın ve gölgenin ayrı şekillerde bilince getirilmesi, yani ego tarafından hazmedilmesidir (asimilasyon; entegrasyon). Yani hikâye bize der ki, animanın gölge ile birleşmesi riski vardır ve egonun bunun için bir şey yapması gereklidir. Benlik (ya da bilinçdışı), Sejal’in (anima) bu sorunu Harry’e (ego) taşımasıyla birlikte görünür kılınmıştır. Fakat bu, çözümün kendisi değildir ne yazık ki. Psişik bir sorunun çözülmesi ve dönüşmesi için sorunun ego tarafından görülmesi yeterli değildir. Bunun için egonun eyleme geçmesi, çile çekmesi, yolculuğa çıkması, zorluklara göğüs germesi ve en önemlisi de âşık olması gereklidir -aynı Harry gibi.

Lakin Harry (yani egomuz) elbette ki animadan gelen bu teklifi (yüzüğün aranması; belirsiz bir yolculuğa çıkmak) kabul etmekte zorlanır, hatta farklı şekillerde direnç gösterir ve durumu manipüle etmeye çalışır. Patronundan Sejal’in babasıyla konuşmasını ister, kendisi yerine arkadaşının Sejal’e rehber olmasını teklif eder, vs. Hatta cesaretini toplayıp oteldeki odasına gidip Sejal’e ‘Ben kötü biriyim, adiyim, bir kadın avcısıyım! Kendi iyiliğin için uzak dur benden!’ bile der. Bu, bilinçdışıyla (ve bilinçdışının her türlü oyunuyla) yüzleşmekten kaçınmaya çalışan egonun tavrı gibidir! Fakat Sejal tam bir puelladır, saftır, naiftir ve her şeyden önemlisi gerçeklerle bağlantısı olmadığı gibi dışarıdaki dünya hakkında da en ufak bir fikri yoktur. Harry’nin söylediklerini ciddiye alır, cinsel bir ilişki yaşanırsa sorumluluğunun Harry’e ait olmadığını söyleyen bir taahhütname yazar ve imzalar (ne de olsa avukattır!), ‘Bu senin sorunun, benim değil ki,’ diyerek kendinden emin bir tavır ortaya koyar ve Harry’i fikrinden vazgeçirir. Burada Sejal’e ait çok önemli bir bilinçdışı özelliği de görürüz: Sejal saf ve naif bir puella olmakla birlikte, puellanın en olumlu ve derinlikli özelliği olan bilgeliği de barındırır. Hiç beklemediğiniz anlarda puella arketipiyle yaşayan kadınlarda ilginç bir derinlik, alışılageldik sosyal normların dışında kalan bir güven duygusu ve merkezinde olma haline rastlarsınız. Sanki dünya yıkılsa onlar hayatta kalabilir gibi görünür. İşte puellanın belki de en üçlü yanı da budur. ‘Bilinmeyen’ (bilinçdışı) bir yerden korunduklarına dair güçlü bir inanç taşıyabilirler. 

Fakat hiçbir kadın bir arketipi sürekli taşıyamaz ya da hiçbir arketip bir kadını sürekli ele geçirmiş şekilde yaşayamaz. Arketipler sürekli devinirler ve ‘ruh halleri’ yaratmaları gibi insanın kişiliğinde de sürekli değişimler yaratır gibi görünmektedirler. Bununla birlikte, Sejal’in ismi de başka bir konudur elbette: Sejal, ‘nehir suyu, akan su; arkadaş canlısı, bağımsız’ anlamlarına gelmektedir. Mükemmel bir puella ismi! Sejal sürekli değişken ve en az Harry kadar köksüz ve bedeninden kopuktur. Bedenden kopukluğunu kendi değerini seksapellikte aramasında ve dış dünyanın gerçekliklerinin farkında olamamasında görürüz: Amsterdam’da Harry’i takip ederek girdiği gece kulübünde Harry’nin onu seksi görmemesi Sejal’i çocukça bir nevroz atağına sürükler; Prag’da ise Harry’nin itiraz ve uyarılarına asilikle (aynı babasına karşı çıkan bir çocuk gibi) cevap verip adeta inadına gittiği gece kulübünde cinsel tacize uğrayarak kendi hayatını da Harry’ninkini de riske atar. Fakat Harry, Sejal’in animus figürü olarak her iki durumda da kilit bir rol oynar: İlkinde (Amsterdam gecesi) Sejal’in çocukça davranışı karşısında fiziksel olarak onu durdurarak, ikincisindeyse onu kurtararak ve teskin ederek. Bu iki durumda da Harry Sejal’e bir nevi babalık eder ve aynı zamanda da gerçekler karşısında nasıl davranacağını ona öğretir. İlişkilerde de işte tam olarak böyle olur. Bazen bir kadının animustan (düşünme ve tahlilden) yoksun olduğunu görürüz. Fakat bu konuda gelişmiş bir erkek (animus) böyle bir kadına düşünmeyi ve tahlil etmeyi öğretebilir. Aynı şekilde duygularıyla bağlantısı olmayan, hayatın gerekliliklerini (hayatın fazları, yaş ve zaman, ölüm, vs.) umursamayan bir erkeğe de bir kadın (anima) yaşamanın gerçekten ne olduğunu öğretebilir. Böyle bir durumda animanın (kadının) mesajı şudur: Yaşam sadece düşünme ve tahlilden ibaret değildir, duygulardan ve değerlerden de oluşmaktadır. Sonuç olarak bu hikâyede Sejal Harry’de eksik olan yanları, Harry de Sejal’de eksik olan yanları bütünler.

Prag gecesin ortaya çıkardığı başka bir hususa daha değinmek isterim. O gece Sejal’in o saf ve masum dış görünüşüne tamamıyla tezat oluşturan bir femme fatal ile karşılaşırız. Bu, Sejal’in persona ve egosunun zıttı bir karakterdir -gölgesi de diyebiliriz! Gölge, içeriğine dair tam olarak fikir sahibi olamadığımız psişik içeriğimizdir (kişisel bilinçdışı da denilir) ve ego onu tam olarak hazmedemediği sürece (ki bu ne mümkündür) egoyu işgal ederek onu şaşırtır, yerinden eder ya da onu ele geçirerek kendi lehine kullanır. Sejal, o gece aslında gerçekten neyi giyindiğinin farkında dahi değildir. Üzerine geçirdiği kırmızı mini elbisesi ve deri çizmeleriyle bir afete (tam bir femme fatal animaya) dönüştüğünün bilincinde olmaksızın girdiği gece kulübünde bir mafya babasının fiziksel tacizine uğrayana dek de aslında ne olduğunu anlayamaz. Puella kadınların (yani puella arketipince ele geçirilmiş kadınların) bazen kaderidir bu: O kadar toz pembe bir dünyada yaşar ve dış dünyadan öyle kopukturlar ki -ve bunun sebebi kendi iç dünyalarında, yani ya tanıdıkları kültürün içerisinde ya da kendi minicik tatlı dünyalarında, aslında bilinçdışında kaybolmuş olmalarıdır- onları dış dünyanın gerçeğiyle ancak böyle bir deneyim yüzleştirebilir! Bu hikâyeyi Mavi Sakal masalından biliriz aslında. Mavi sakallarının aslında o kadar da mavi olmadığını söyleyen küçük kızımız evlendiği adamın bir katil olduğu gerçeğiyle çok uzun zaman sonra yüzleşecektir. Sejal’in de başına benzer bir durum gelir: Onu ele geçiren femme fatalin farkına dahi varmaz, yine asilikle (ki bu asilik aslında kendi dar dünyasından, yani puella dünyasından kurtulması için gereklidir) burnunun dikine gider ve femme fatal onu zor bir durumun içerisine sürükleyerek Sejal’in gerçeklerle, yani dış dünyayla yüzleşmesini sağlar. Bu, bilinçdışının femme fatal, yani gölgesi aracılığıyla Sejal’i büyütme, yani bilinçlendirme çabası gibi görünmektedir. Ne de olsa bizi anne babalarımız değil hayatın (ki hayat ne çok gölgeyi çıka getirir!) büyütür, öyle değil mi? Fakat burada başka bir önemli dinamiği konuşmak gerek: Gölge, bütünlüğü sağlamak adına görünür olmak isteyecektir. Femme fatal, puella (çocuk) arketipinin zıttıdır (oppositorum) ve zıtlıkların ego-bilincinde bir araya gelmesi görünen o ki bireyleşme sürecinde elzemdir. Femme fatal erotik faktör, cinsellik, güç ve manipülasyonla, aynı zamanda da beden ve maddeyle ilişkiliyken Puella ise çocukluk, saflık ve aptallık (‘the fool’ arketipi) ile ilişkilendirilebilir. Kadın bu iki arketipi de psişesinde barındırır ve bu zıt varlıklar birbirleriyle çatışır. Kadının egosunun bu zıtlığın ortasında durabilmesi ise onu büyütecek ve olgunlaştıracak olan şeydir. Kadın bunu güçlü bir animus sayesinde yapabilir -ya da dışarıda bir erkek buna yardımcı olabilir, ki hikayemizde de Harry tam olarak bunu yapmaktadır: Sejal’in kendi bedeniyle temas etmesine ve cinsel arzularıyla da buluşmasına aracı olur. Unutulmamalı ki sahiplenilmeyen her psişik içerik ya egoyu/bilinci sarsarak onu ele geçirmeye çalışır ya da dış dünyada zuhur ederek (projeksiyon) yine aynı şeyi yapmaya çalışır. Bununla beraber, psişik içeriklerin tamamının sahiplenilmesi olanaksızdır ve bazen bu içerikleri başka nesneler (insanlar, durumlar, vs.) aracılığıyla yaşarız -aynı Harry ve Sejal’in hikayesindeki gibi.

Bu sahne gerçekten de çok önemli bir sahnedir, o nedenle öyle elimi kolumu sallayıp ondan kolayca uzaklaşamıyorum. Bir konu daha var: Harry’nin kurtarıcıya dönüşmesi ve Sejal’in yüreklenişi. Gece kulübünde uğradığı tacize karşı Sejal’in verdiği yanıt (mafya babasının hayalarına tekme atar) ve ardından şaşkınlıkla etrafına bakması bize bu eylemin Sejal’in beklentilerinin dışında, yani tamamıyla bilinçdışı bir ivmelenmeyle geldiğini söyler. Yani demem o ki içeride bir şeyler uyanmaktadır. Bana kalırsa bu uyanışın dış dünyadaki tezahürünü animus figürü olan Harry’nin tutumunda görürüz. Harry hikâyenin en başında sanki kendisinden başka hiç kimseyi (özellikle de kadınları) umursamayan bir zampara (Don Juan’a selam olsun!) gibi görünmekteyken şimdi bir kadını koruyup kollamanın peşindedir. Sejal’i önemsemektedir. Kulüpten kaçmalarıyla başlayan serüven öyle kritik ve tetikleyicidir ki her ikisini de dönüşüme ve değişime zorlar. Önce, saklandıkları köprü altında başlayıp devam eden Sejal’in nevroz krizine tanık oluruz. Sejal sadece nişanlısına nasıl açıklama yapacağını düşünmekle kalmaz, tecavüze uğrarsa ne yapacağını da düşünmeye başlar. Bu düşünceler tamamıyla olumsuz animus düşünceleri gibi görünmektedir: Sejal’in pratik davranmasını engelleyen ve aklını işgal ederek onu karmaşık ve zor duygulara sürükleyen fikirlerdir bunlar. Bu noktada çok önemli ve olumlu bir seyir başlar: Harry artık sadece kurtarıcı rolünde değildir, aynı zamanda da olumlu animus düşüncelerini sembolize etmektedir. O, Sejal’i teskin etmekle kalmaz, aynı zamanda da Sejal’in gerçeklerle (maddeyle ve bedenle) bağlantısını da güçlendirir: Otele dönmek akıllıca değildir, saklanmaları gerekmektedir ve bu durumdan kurtulma potansiyelleri vardır; endişe sadece kafa karışıklığı yaratacak ve doğru hamleler yapmalarını engelleyecektir. İşte olumlu animus aynı bu şekilde çalışır ve olumsuz animus fikirleri karşısında kadını güçlendirerek kadının tekrardan gerçek dünyaya iniş yapmasını salar. Puella’nın olumsuz şekilde yaşanması durumunda -ki Sejal’de bu çokça görülmektedir- olumsuz animus fikirleri kadını endişelere boğar, anksiyete ve korku getirir ve en önemlisi de onu eylemden alı koyarak atalete düşmesine neden olur. Olumlu animus ise imkânsız gibi görünen durumlar içerisindeyken dahi en az bir çıkış olduğu söyler ve kadını bu olasılıkları değerlendirmesi ve her şeyden öte, eyleme geçmesi konusunda yönlendirir ve cesaretlendirir. Böyle bir animus (yani kadının bilinçdışı eril psişik fonksiyonu) kadının kurtarıcısı, kahramanıdır.

Hikayemize devam edecek olursak… Prag gecesi bir kilisenin bahçesinde sonlanır. Burada kilise önemli bir semboldür ve hikayemizin (rüyamızın) içeriğindeki anlamlılıkla buluşabilmemiz açısından da önemlidir. Hikâyenin orta noktasını temsil eden kilise gecesi, Harry’nin egosu için kırılma noktasıdır. O gece Harry rüyasında çocukluğunun geçtiği evi, sokakları ve buğday tarlalarını görür. Bu rüya, Sejal’in yanındayken gelir ve anlamı büyüktür: Bilinçdışı Harry’e ‘ana’ topraklarının çağrısını iletmektedir. Ana toprağı erkek için anneyi, kökleri, bedeni, animayı ve bilinçdışını temsil eder. Sejal’in yanı başındayken bu rüyanın gelmesi boşuna değildir çünkü Sejal, Harry’nin hayatına giren diğer Avrupalı kadınlardan farklı olarak Harry’nin ana toprağına ait bir kadındır ve anavatan sembolüdür. Harry, Sejal aracılığıyla kendi özüne, bilinçdışına, animaya, Anne’ye geri dönüş sağlayabilecekmiş gibi görünmektedir. Sejal (anima), Harry’in (erkeğin) bilinçdışıyla köprüsüdür. Buradaki ilginç ayrıntı, az önce de dediğim gibi kilise sembolüdür. Kilisede ne olur? Kilise, kul ile Tanrı’nın arasında köprü vazifesi görür; erkek ve kadın kilisede evlenir. Yani kilise bir nevi bağlaçtır, psişik bir ‘yüzük’tür, şeyleri (bilinç-insan ile bilinçdışını-Tanrı’yı) birbirine bağlar. Bununla birlikte, aslında tüm hikâyeye baştan sona hâkim olan Anne kompleksine dair de en önemli dışa vurumu bu sahnede görürüz: Harry’nin rüyası, onun çok uzun süre Anne’den, toprakları olan ‘Mother India’, yani Ana Hindistan’dan çok uzak kaldığını, bütünleşmesi, yani büyüyebilmesi ve bireyleşebilmesi için o topraklara (köklerine; bilinçdışına, bilinmeyene; animaya) bir ziyarette bulunması gerektiğine dair de önemli bir iletidir de. Haliyle, her güçlü ve önemli rüya gibi, Harry’nin bu rüyası da onu nevrotik bir duruma sokar ve uyandığıyla birlikte küçük çaplı bir adaptasyon sorunu yaşadığına tanık oluruz: Sejal’in yanından kalktığı gibi bir kenarda çömelerek ‘Bir şey yok… geçecek,’ diyerek kendini sakinleştirmeye çalışır. Fakat bu kriz (sahiplenebildiğimiz her nevroz atağı gibi) önemli bir psişik dönüşüme aracı olur ve Harry ilk defa Sejal’e karşı olan duygularını sahiplenmeye başlar. Bununla da kalmaz, topraklarına dair anılarını Sejal’le paylaşır ve oraya ait bir şarkı söylemeye başlar. Şarkılar ve müzik, bilinç ve bilinçdışını bir araya getirmek için muhteşem araçlardır ve bu nedenle de iyileştirici oldukları kadar yıkıcı etkilere de neden olabilirler. Fakat burada Harry’nin ‘Sence âşık olmak kolay mı?’ sorusuyla başlayan şarkısı Harry’nin egosunu kırmaya başlayarak içeri yeniden ışık girmesini sağlayacaktır. Aşk çıka gelmiştir ve Harry artık bunu yadsıyamamaktadır. Aşk, burada birleştirici başka bir fonksiyon olarak ortaya çıkar: Bilinç (ego) ve bilinçdışı (anima) arasında bağlayıcı güçtür. Psikolojik olarak bakıldığında aşk, bütünleşmeyi sağlayan psikolojik bir süreç olarak görülebilir ve her ne kadar illüzyonlara ve ağır projeksiyonlara neden olsa da bilinçsiz bir bireyleşme sürecini destekler. Âşık olduğumuzda diğerinde tanrıyı, yani anima ya da animusu (çünkü psikolojik olarak bu iki karakter aslında tanrısal güçlere sahiptirler) görürüz ve bu nedenle de büyüleniriz (bknz. Rudolf Otto ‘mysterium, fascinans, tremendum’). Sejal’in, yani anima figürünün buna cevabı ise psişede güçlü değişimler olduğunun kanıtıdır: ‘Ben senin sevgilin olurum!’ Ve hikâyenin bu noktasından sonrası Sejal ve Harry’nin içine düştükleri aşk karşısında kendi iç muhasebeleriyle geçer. Fakat aşk, her zamanki gibi bildiğini okuyacak ve her ikisinin de egosunu dikkate almaksızın onları birleştirmek (coniuntio) için her şeyi yapacaktır.

Aşkın başrole yerleştiğini artık daha fazla inkâr edemediğimiz sahne, Sejal’in Harry’den nişanlısını oynamasını istediği merdiven sahnesidir. Harry’nin performansı Sejal’i sadece şaşırtmakla kalmaz, onu bir nevi aşka düşürür fakat Sejal hala çocukça davranarak (çünkü büyümeye direnmektedir) Harry’i aşağılar, alay der ve aşkı reddeder. Çünkü aşkı ve cinselliği tüm doğallığıyla ancak bir yetişkin sahiplenebilir, çocuk değil. Duyguların içerisinde kalabilmek olgunluk ve güçlü bir ego ister. Fakat yine de bu sahne bize anima ve animusun gelişimi için umut vaat eder: Sejal, anima figürü olarak artık sadece erotik bir nesne olarak değil, romantik ilişki kurulacak bir kadın (ikinci seviye anima; ‘Helen’) olarak Harry’nin hayatındadır ve Harry de Sejal’in nişanlısının aksine, romantik ve âşık olabilen, ikinci seviye animusu temsil etmektedir. Yetişkinliğe adım atan dişil ego (Eros; kadın) artık ikinci seviye animus aracılığıyla tinselliği ve cinselliği sahiplenebilir hale gelir. Ve bunların her ikisi de aynı kökten gelir: Animus, yani Spiritus (Mercurius), tinsellik ve cinsellikle ilişkilidir -ne de olsa spiritus o şişenin içindeki cinin ta kendisidir ve cinsellik tamamıyla bilinçdışı bir eylemdir! Velhasıl bu gelişme, hikâyenin geri kalanında daha önemli hale gelir çünkü bu değişim sayesinde her ikisi de büyük kararlar verebileceklerdir.

Yine de acele etmeden hikâyenin kalan birkaç leziz kısmını da öne çıkarmak isterim. Yüzüğü bulmak için Anastacia’yı bulmak üzere Prag’a geri dönerlerken trende Sejal’in Harry’i psişik ve duygusal olarak katman katman soyduğuna tanık oluruz. Başını Harry’nin omzuna koyan Sejal iyiden iyiye sevgili gibi davranmaktadır ve Harry buna ‘Yapma yoksa alışacağım,’ ile karşılık verir. Sejal’in, Harry’nin eve gitmediği zamanlarda ne yapıyor olduğun dair meraklı soruları karşısında sıkışan Harry, bunu neden sorguladığını sorduğunda Sejal’in tepkisi kayda değerdir: ‘Böyle devam edemezsin! Çünkü ben öyle istiyorum!’ Aslında çocukça diyebileceğimiz bu tepkinin ardından bambaşka bir bilgelik (bknz. Puella’nın bilge özü) çıka gelir. Hemen, özel hayatına karışamayacağını söyleyerek savunmaya geçen Harry’e Sejal cevabı yapıştırır: ‘Karışacağım! Ne yapacaksın!? Ne istersen onu mu yapacaksın!?’ Bu öyle muhteşem bir sahnedir ve öyle derinlikli bir anlam taşımaktadır ki, Allah her puer erkeğin başına böyle bir kadın nasip etsin demeden duramayacağım. Burada Sejal, animadan daha da öte, Dr. Jung’un ‘2 numaralı kişilik’ dediği bir yerden konuşuyor gibidir. Kadınların, bilinçdışıyla erkeklerden daha derin bir bağ kurabildiklerini söylersem sanırım saçmalamış olmam. Bu bağ bazen o kadar güçlüdür ki kadının tamamıyla irrasyonel (aynı bilinçdışı gibi!) davrandığına tanık olursunuz. Bahsettiğim bilinçdışı kişisel değil, kolektiftir ve inanılmaz ve doğal bir bilgelik içerir -hatta diğer ismi “doğanın bilgeliği”dir. Sejal burada ‘Ne istersen onu mu yapacağını düşünüyorsun sen!?’ diyen bir ilahe gibi konuşmaktadır bence. Ve haklıdır da. Erkek kafasına estiği gibi davranamaz -doğa onu her zaman dize getirir! İnsanın hayata dair görevleri vardır ve Doğa (Bilinçdışı; Anne) ondan bu görevleri yerine getirmesine ister. Erkek, bağımsız ve başına buyruk davranamaz, çünkü bu dünyada tek başına değildir –şeyler her daim birbirine bağlıdır! Erkek, aynı zamanda kolektif bir varlık olduğunu, her eyleminin etrafını etkilediğini ve sorumlulukları olduğunu bilmek zorundadır. Aksi halde ebediyen çocuk (puer aeternus olarak) kalacaktır. İşte tam da bu sahnede Sejal’in içinden yükselen ses muazzam bir yüzleşmeye ve kırılmaya neden olur. Harry ise buna sadece ‘Bana sarıl,’ diyerek karşılık verir çünkü Sejal’in söyledikleri Harry’nin içinde çok değeri bir yerlere dokunmuştur.

Aradaki birkaç sahneyi atlayarak başka bir kritik nokta olan, hırsız Gas ile karşılaştıkları gecenin sonunu analize geçmek isterim. Fiziksel olarak riske atıldıkları başka bir akşamın ardından Sejal de Harry de birbirleri için ne kadar değerli olduklarının farkına varmışlardır ve artık aşk inkâr edilemez şekilde capcanlı oradadır. Sadece ruhlarını değil, artık bedenlerini de ele geçiren aşk karşısında ‘Gitmezsen kıyamet kopacak Sejal,’ diyen Harry’e teslim olan Sejal’e ‘Hayır, böyle olmamalı,’ diyerek belki direnen, belki de aslında kendi içindeki animanın değerliliğiyle buluştuğu için Sejal’i artık sadece bir nesne olarak görmeyen Harry’nin gölgesiyle tam da bu sahnede tanışırız. Gölge, illaki kötücül ve ahlak dışı değildir. Persona ve ego seviyesinde ahlak dışı yaşayan bir kişinin gölgesi bunun tam tersi özellikleri barındıracaktır: Ahlaklılık, iyilik severlik, korumacı ve güven veren bir kişilik. Harry’nin de Sejal ile yolculuğu tam olarak bunu getirmiştir: Ahlaksız bir yaşam sürdüren Harry, Sejal sayesinde kendi gölgesiyle buluşur ve artık onu sahiplenmeye hazır gibi görünmektedir. Artık eski Harry olamaz -onun ölmesi gereklidir ki yeni bir yaşam doğabilsin. Burada Harry’nin kadınlara saygılı ve onları sadece erotik bir nesne olarak görmeyen, koruyucu ve dişil prensiplere değer veren gölgesiyle karşılaşırız. Yani aslında Harry, tüm dünyaya gösterdiğinden daha iyi, daha yardımsever, duyguları önemseyen ve iyi kalpli bir adamdır! Fakat bunu şimdiye dek bastırmıştır.

Hikâyenin sonuna gediğimizde bizi en klişe (kolektif) durumlardan biri bekler: Sejal Harry’e gerçekten ne istediğini sorar, Harry hislerini kabul edemez çünkü hala eziklik (inferiority) kompleksi faaldir -ki bunu ‘Ne fark eder!? Nişanlısını aldatıp tur rehberine kaçan bir kız mı olacaksın? Böyle kokuşmuş, ucuz bir kadın mı olmak istiyorsun?’ diyerek aslında hem kendi eziklik kompleksini hem de adi gördüğü animayı (ki bunu önceki kadınları kullanıp atmasından, yani onları değersiz görmesinden anlarız) Sejal’e yansıtmasında okuruz. Fakat Harry şanslı bir adamdır. Yanında onu iç yüzleşmesiyle baş başa bırakan yakın bir dostu vardır ve bu dost, olumlu bir gölge olarak karşımıza çıkar. Bir tur sonrasında oturdukları kafede arkadaşının sorgulamaları ve gerçekleri işaret etmesiyle birlikte Harry, aptalca (bilinçsiz) bir hareket yaptığıyla, aslında Sejal’in ona defalarca ne istediğini sorduğuyla yüzleşir ve bu onu cesaretlendirerek harekete geçirir. Sonuç, umut verici şekilde bir mutlu sondur.

Yine de yüzüğün akıbeti ve hikayemizdeki sembolik anlamıyla ilgili bir not düşerek bitirmekte fayda var:

En başta yüzüğün kayıp olmasının psişik bir değerin bilinçdışı olduğu anlamına geldiğini söylemiştim. Yüzük yeniden bulunmuştur fakat bu sefer de psişe başka bir sorun yaratmıştır: Yüzük artık işe yaramamaktadır ya da işlevi yoktur -ya da psişenin amaçladığı birleşme farklıdır. Bu anlamlıdır çünkü daha önce de dediğim gibi kayıp olan yüzük anima ve gölgeye (Harry’nin gölgesi, Sejal’in nişanlısı) aitti ve psikolojik olarak uygun olan anima ile gölgenin değil, ego (Harry) ile animanın (Sejal; bilinçdışı) ilişki kurmasıdır -bu nedenle de yüzüğün işlevsiz kılınması anlamlı hatta sevindiricidir. Burada ilginç olan, masalın, hikâyenin ya da rüyanın sonunda Harry’nin yüzük yerine başka bir sembolle bu bağlayıcılığı kılmak istemesidir: Öpücük. Bu da Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses gibi masalların analizleriyle bizi tatmin edebilecek başka bir makalenin konusu olmalıdır.

Didem Çivici – Copyright ©2021
Jungian Analyst in Training

*”Aşkım Bollywood!”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s