Marion Woodman ile YEME BOZUKLUKLARI ve BAĞIMLILIK Üzerine

Anoreksiya, Blumiya ve Bağımlılık*

Tarrytown: Neden günümüzde yeme bozukluklarında böylesine hayrette bırakan bir artış görüyoruz?

Marion Woodman: Anoreksiya ve Blumiya çok daha yaygın çünkü kadınlar kendi bedenlerinden hiç bu kadar uzak olmamışlardı. Bu, köklü bir içsel öfke doğuruyor ve bu öfke nesilden nesle aktarılıyor.

Yine de Anoreksiya gibi hastalıkların, eğer bu hastalıkların mesajını anlayabilirsek, kötü olmak yerine geniş ölçüde şifa taşıdıklarına inanıyorum.

Gıda, anne tarafından beslenmek demektir ve aynı anoreksik gibi, gıdayı reddettiğimizde hayatın kendisini reddetmiş oluruz. Günümüz kadınları kendi ölüm arzularıyla baş etmeye zorlanıyorlar ve bu tam da küresel olarak yapmak zorunda olduğumuz şey. Gerçek şu ki, yok oluşa doğru yöneliyoruz çünkü kültürümüz dünyaya ya da dişil yaratıcılığa saygı duymuyor.

Genç anoreksik kadınlar obez olanlardan çok daha şanslılar çünkü kendi ölüm arzularıyla yüzleşiyorlar. Obezler genellikle menopoza dek bedenlerinin uyarıları etrafında oyalanırlar. Sonra da zırhlı bedenlerinin içerisinde, yaşanmamış bir hayatın derin üzüntüsüyle birlikte sıkışıp kalırlar.

Tarrytown: Bedenimizi reddetmekle dişil olanı reddetmemiz arasında nasıl bir bağlantı var?

Woodman: Madde dişildir. Bu seviyeden bakıldığında erkeklerin bedenleri de kadınlarınki gibi dişil olanı barındırır. İlginç olan şudur ki madde bilinçleniyor. Kadınlar için acı dolu bir farkındalık gerçekleşiyor: “Bedenimden nefret ediyorum!” Erkeklerdeyse bu bir yakarışla birlikte geliyor: “Canım acıyor!”

Madde, pek çok insanı maddenin kutsallığını fark etmeye zorluyor. Biz de bu hastalık belasını sanki tanrılardan gelen mesajlar gibi alıyoruz.

Tarrytown: Beslenme bozukluklarından ne öğrenebiliriz?

Woodman: Anoreksiya ve Blumiya bize ruhlarımızın aç olduğunu söyler. Hayatlarımızın çok fazla kafaya yöneldiğini de söyler. Bu insanlar boyunlarından kesilmiş gibidirler. Hayatlarını bir performansmışçasına yaşamışlardır. Bedenin içerisinde bir ego merkezi bulunmaz, karınlarında hisse duyarlı bir “Ben” yoktur. Bu yüzden de hayat deneyimlerinin olmadığından şikâyet ederler.

Gıdaya bağımlı insanlar -hatta alkole ve uyuşturucuya bağımlı olanlar da- bedenden ve gerçeklikten ölesiye korkarlar. Tüm hayatları, dış dünyayla başa çıkmak için kullandıkları maskeden ibarettir. Kendi duygu değerlerinden tepki göstermek yerine “Şu anki durumda karşımdakini nasıl tatmin ederim?” tepkisiyle gelirler.

Bu insanlar aynı zamanda kontrole ve mükemmeliyetçiliğe de bağımlıdırlar. Her gün verimli olmaya çalışırlar, sonra eve giderler ve tüm cehennem bir anda tıkınmayla, partilemeyle, içkiyle ve bir nevi şeytani ritüelle birlikte ortaya çıkar. Mükemmelliğe bağımlılık, kültürümüzde çok temel bir sorundur.

Tarrytown: Bu bağımlılık kendisini nasıl gösteriyor?

Woodman: Eğer mükemmel oğul ya da kız olmak zorunda olduğunu düşünüyorsan kendini bıkmadan usanmadan başarmaya sürüklersin. Bu aslında yaşam değil ölüm arzusudur. Bu, hayatı mükemmel ve cansız bir yapıya dönüştürmek demektir.

Eğer yeterince hızlı koşarlarsa ve bedenleri yeterince güçlüyse, irade gücü böyle insanların uzun süre devam etmelerini sağlayabilir -fakat eninde sonunda beden yorgunlukla çökecektir çünkü güç prensibi yaşamı öldürür.

Tarrytown: İnsanlar size ne zaman yardım için geliyorlar?

Woodman: Genelde çaresiz bir hale düşene ve hastalıklarını dinlemek zorunda kalana dek değil. O zamana dek beden kendi bağımsız hayatını yaşıyor gibi görünüyor. Beden hastalandığında semptomlar tarafından yenilgiye uğramış hissediyorlar.

Gerçek şu ki, içsel bir hayata açlar. Aslında beslenme bozuklukları çoğunlukla alınan kalorilerle ilgili değildir. Çoğu şişman kadın aslında ince kadınlara nazaran çok daha az yer. Sorun, bloke olmuş enerjinin yağa dönüşmesi olabilir. Terapi esnasında bunun nedenini bulmaya çalışırız.

Tarrytown: Hayatı genelde bloke eden nedir?

Woodman: Çocukluğa dayanan köklü bir bilinçsiz korku ve öfke. Çünkü annelerimiz kendilerini bütünlüklü dişil varlıklar olarak sevemediler, bizleri de dişil varlıklar olarak sevemediler. Bu nedenle de korkumuz arketipseldir, canavara benzer, korkunçtur.

İçimizde bir şeyin tamamıyla kapanmış ve terkedilmiş olduğu duygusuna sahibiz. Bu bizim kendi benliğimiz, kendi ruhumuz.

Tarrytown: Öyleyse bedenlerimiz terk edilmiş çocuklar gibi, öyle mi?

Woodman: Kesinlikle. Bu terk edilme hali doğumdan önceye, rahimdeki döneme dek gidebilir. Çoğunlukla, anne tarafından kürtaj edilmek istenen çocukların yok olmaktan korktuklarını görürüz.

Fakat kürtajın kendisi mecazi de olabilir. Bir ebeveyn çocuğu sevebilir ama bu sevgi koşullu olabilir.

Bir çocuğu bir sanat eserine dönüştürmeye çalışan bir anne, çocuğun içgüdüsel yanını -canlı olan “kusan ve işeyen” yanını- kabul edemez çünkü anne kendi bedenini kabul edemez. Bu nedenle çocuk da kendi bedeninden ayrılır.

Tarrytown: İnsanlar bu reddedilmeyle nasıl baş ediyorlar?

Woodman:Gıda, Anne’yi sembolize eder. Bulimik kişi Anne’yi öylesine ister ki onu durmadan mideye indirir. Fakat bu Anne mideye indiğinde kişi onu hazmedemez ve kusar. Anoreksik kişiyse Anne’yi reddeder, ta ki içsel beslenme eksikliğinden kurtulana dek.

Beden, özenle işlenmiş bir metafordur. Kişi, aynı anoreksik gibi, tadı alabilir ama yutmaz veya bulimik ya da obez kişinin yaptığı gibi, yutar ama hazmetmez.

Tarrytown: Buradan nasıl ilerliyorsunuz?

Woodman:Açlığı besleyebilmek için açlığın anlamını -ruhun neye aç olduğunu- kavramak zorundasınız.

Bağımlı bir kişi, içerideki muazzam boşluğu doldurmaya çalışır. Fakat bu ruhsal bir boşluktur, fiziksel değil.

Rüyalar bize ruhu besleyebilecek imgeler sunar. Bedenin gerçekten de her rüyada kendini ifade ettiğini düşünüyorum. Elbette ki rüyayı fiziksel ve psikolojik olarak okuyabilirseniz. Eğer kişi, rüyasında evinin bir tarafının yandığını görüyorsa bu bir yerdeki enerjide kısa bir devir olduğu anlamına gelebilir. Psişenin bir tarafında çok fazla enerji vardır ve diğer taraflarda ise yeterince yoktur. Bu rüya imgesine bakarak kişi, enerjinin bloke olduğunu ve bu enerjinin bilince sunulmadığını anlayabilir. Bunun sonucu depresyondur.

Rüya size sorunun tam anlamıyla ne olduğunu ve hatta bedende tam olarak nerede olduğunu bir doktorun teşhis koymasından aylar önce dahi söyleyebilir. İmge çoğunlukla beden olarak görülmez, bir sembolle gelir -bir araba, ev ya da bir ağaç. Ruh çoğunlukla kendisini kırık, bozuk ya da tehlikede olan bir bitki ya da bir ağaç olarak kendini gösterir.

Tarrytown: Rüyalarla nasıl çalışıyorsunuz?

Woodman: Önce olumlu bir rüya imgesini belirliyoruz, sonra da imajinasyon yoluyla onu bedene yerleştiriyoruz. Örneğin bir kadın, rüyasında güzel bir çiçek görüyor. Bu çiçeği kendi bedeni içerisinde resmetmesini istiyorum –“karanlık” gördüğü bir yerinde, çoğunlukla da rahminde ya da dişil organlarında. Bunu yaptığında o alandaki enerjiyi harekete geçiriyor.

Bunu yapmak başlarda midesini bulandırabilir. Eğer o bölgeye daha önce bilincini getirmemişse bu enerji ona çok fazla gelebilir. Başı dönebilir ya da midesi bulanabilir. Fakat bu zorluk, bedeninin onu köklü bir inisiyasyondan geçmesi için taşıdığını fark etmesiyle birlikte geçer. Bedeni, yaşam içerisinde kendi bireysel yolunda yürümesine için ona liderlik etmektedir.

Tarrytown: Bu yeni bir çalışma metodu mu?

Woodman: Tam olarak değil. Doğulu bilgeler sembollerle beden arasındaki ilişkiyi biliyorlardı. Bu ilişkiyi çakraların açıklamalarında bulabilirsiniz. Fakat bizim kültürümüzde hayal etme konusunda bir başarısızlık var. Bizler ruhsal ya da tinsel gıdayı gerçek maddesel gıdayla karıştırıyoruz. Sonuç olarak da ruh aç kalıyor ve beden terk ediliyor.

Ayrıca, kendimizi sağlıklı olan imgelerle de beslemiyoruz. Televizyonda gördüğümüz savaş ve şiddet imgeleri aslında ruhu mahvediyor. Fakat daha temelde ruh zaten beslenmiyor çünkü insanlar alamıyor.

Tarrytown: Yani bedenle ruh arasındaki birliktelik hissini kaybettik, öyle mi?

Woodman: Evet. Benim için beden çalışması ruh çalışması demek ve hayal etmek (imajinasyon) ise bu ikisini birleştirmenin anahtarı.

Şifalandırıcı güce sahip olmak için bir imgenin bedene nefesle alınması gerekir. O zaman yaşam enerjisiyle bağlantı kurabilir ve şeyler değişebilir -fiziksel ve psikolojik olarak.

Bir adam terapiye gelip, “Ağlayamıyorum,” diyebilir. Onun yasını ifade eden bir sembolü düşünerek nefes almasını isterseniz gözyaşları akmaya başlar. Bir kadın, “Öfkemi ifade edemiyorum,” diyebilir. Fakat bu öfkeyi imgelemesini söylerseniz ve sonra da onun içerisine nefes almasını, birkaç seans içerisinde kontrol edemeyeceği şekilde öfke deneyimlemeye başlayacaktır. İşte bu nedenle bu çalışmaları biriyle birlikte yapmak önemlidir. Kendi başına çok korkutucu olabilir.

Çoğumuz nefesimizi olabildiğince sığ tutarız çünkü derin bir şekilde nefes alırsak duygunun patlaması çok yoğun olur. Nefes almak önemlidir çünkü nefes, almakla ilgilidir ve almak ise dişil özelliktir.

Tarrytown: Reddedilme korkumuzun nefesimizle bir ilgisi var mı?

Woodman: Evet. Örneğin, eğer bir insan yoğun ve olumsuz anne kompleksine sahipse bu çoğunlukla tıkalı bir boğaz, tıkalı bir burun, sinüs sorunu, astım ve bunun gibi zorluklarla kendini gösterir.

Bazen beden çalışmasında kompleks açılmaya başladığında mukus akmaya başlar -deliklerden akar; gözlerden, burundan ve ağızdan. Bu çoğunlukla astımın ve bağlantılı hastalıkların bitişini işaret eder.

Böyle insanlar siz onları tutmak istediğinizde çoğunlukla göğüslerini size bırakamazlar. Öne eğilir, kamburlaşırlar. Fakat ne zaman ki güvenmeye başlarlar, işte o zaman bedenleri özgürleşmeye başlar ve tam olarak kucaklanmaya hazır hale gelirler.

Fakat bu sorunları çözdükçe çoğunlukla yenileriyle karşılaşırsınız. Tüm vajinal alan boğaz ve nefesle ilişkilidir. Yani bu alanda bir şey çözüldüğünde diğer uçta da enerji çözülür. O zaman da cinsel bir sorunla uğraşmaya başlarsınız.

Tarrytown: Nasıl olduğunu anlatır mısınız?

Woodman: Kadınlar ensest bir ilişki içerisindeyken vajinal sorunlarla karşılaşabilirler. Beden, “Onu buradan çıkart! Eş olarak yetişkin bir erkek istiyorum! Oğul-babamın küçük kızı rolünü oynamak istemiyorum artık!” diyor olabilir. Beden, ilişkinin gerçekliğini psişeden önce fark eder. Eğer onu dinlerseniz yeni bir seviyeye doğru hareket etmeniz için sizi zorlayacaktır.

Tarrytown: Bu bize bir kadının cinselliğini onurlandırmakla ilgili ne söylüyor?

Woodman: Eğer bir anne kendi küçük kızının bedenini sevmeyi öğrenmezse cinsellik sakat kalacaktır. Kız büyüdüğü zaman bir adamın ona anne olmasını isteyebilir. Ann Landers, kadın okuyucularına sevişmeyi mi yoksa tutulmayı mı tercih ettiklerini sormuştu. Yüzde yetmişi kocaları tarafından kucaklanmak istediklerini söylemişti. Fakat bir erkek hem anne hem de sevgili olmak zorunda kaldığında bu onun erilliğini yok eder.

Erkekler de artık olgun değiller. Derin cinsellik bizim kültürümüzde çok az rastlanır bir şey. Çoğumuz etrafta dolanıp anne ve babamızla olan ensest ilişkilerden kurtulmaya çalışan küçük oğlanlar ve küçük kız çocuklarıyız. Neden? Çünkü dişil olanla gerçek bir bağlantımız yok.

Tarrytown: Bu yoksunluğun işaretlerini neler olarak görüyorsunuz?

Woodman: Bedenin dişil farkındalığına olan ihtiyaç lezbiyen temalı rüyalarda ortaya çıkıyor. Dişil beden bir kadın -anne- tarafından sevilmediğinde psişe bu boşluğu doldurmaya çalışır. Bu rüyaların çoğunluğunda anne figürü olarak hizmet eden analist vardır.

Beden, annenin sevgisine güvenebildiğinde -rüyalarda ya da gerçek hayatta- bilinçsiz savunmalarını bırakabilir. İşte o zaman -homoseksüel ya da heteroseksüel olarak- cinselliğin farklı bir alanına geçebilir.

Tarrytown: Bedenlerimiz bize kadın olarak nasıl yaşayacağımızı mı öğretiyor?

Woodman: Kesinlikle bunu yapıyorlar. Mesela âdet öncesi sendromunu ele alalım. Pek çok kadının bedeni suyla şişiyor. Eğer buna sembolik açıdan bakarsanız bedenin bilinçsiz olanla dolduğunu görürsünüz. Eski zamanlarda kadınlar aybaşı çadırlarına gider ve içe döner, bilinçsiz olanla baş başa kalırlar, bedeni dinlerler ve keşfettikleri bilgeliği kabilelerine geri getirirlerdi. Fakat bizim kültürümüzde buna zaman yok ve bu sürece saygı da duyulmuyor.

Bu, ayın karanlık yanı gibidir. Kanadığımızda bir ölüm gerçekleşmiş demektir. Bir çocuk doğmayacaktır. Fakat yeni bir ruhsal yaşama ve onu besleme kapasitemizin olduğuna dair bir olasılık, bir kanıt vardır. Eğer bu gizemlere saygı duymak için gereken zamanı kendimize tanımazsak muazzam bir gerginlik hissederiz. Beden şişer ve der ki: “Şifalandırıcı sularıma gel ve böylece sana yeni yaşamın, yeni bir döngünün içerisinde ilerlemeni mümkün kılacak sembolleri vereceğim.”

Tarrytown: Neden dişil bedene ve uyarılarına daha duyarlı olamadık?

Woodman: Sorunlardan biri, Batı kültüründeki ölüme dair tabudur. İnsanlar şeylerin ölmesini istemiyorlar. Eskiyi bırakmaktan ve yeniyle devam etmekten korkuyorlar. Gerçek olan dişil, hayatın döngüsel olduğunu, kelebeğin ortaya çıkması için tırtılın ölmesi gerektiğini bilir. Hepimiz bu koza aşamasını periyodik olarak deneyimlemek zorundayız.

Kadınlar, tamamıyla yeni bir iç görüyü yaşamın döngüsel örüntüsüyle dünyaya getirme potansiyeline sahiptirler. Fakat mükemmelliğin ve performansın düz hattı boyunca koşmaya çalışmaya devam ederlerse bedenleri onlara yetişir ve öç almadan önce uzun süre boyunca öfkesini dile getirecektir.

Tarrytown: Bedenimizi tam anlamıyla kullanmadığımızda ne olur?

Woodman: Ruhtan koparız, yaşam amacımızdan koparız. Yaşam bir vücut bulma meselesidir -ruh, bedenimiz içerisinde birlikte yaşamak zorunda olduğumuz bir varlıktır. Sorun, pek çok kişinin bu gerçekliği atlayıp doğrudan ruha gitmeye çalışmasıdır.

Aşırı ruhsallaştırma (overspiritualization) gerçek bir tehlikedir ama bununla beraber de beden çoğunlukla çığlık atar. İnsanlar hastalık semptomları gösterir ya da bağımlılık geliştirirler. Ancak bundan sonra yeniden toprağa, aşağıya dönmeye başlayabilirler.

Çalıştığım anoreksik erkekler gerçekten de kadınlardan daha vahim durumdalar çünkü adeta bedenlenmemiş ruhlar gibiler, toprağa zar zor temas ediyorlar. Muhteşem insanlar ama bedenlenmek istemiyorlar. Onları durmadan hayatın kendisini kabul edebilecekleri bedene, dişil tarafa getirmeye çalışıyorum.

İnsan olmanın acısı ve esrikliğiyle yüzleşmek zorundayız. İnsan olmak, kültürümüzde pek beceremediğimiz bir şey. Pek çok kişi insan olmak istemiyor; bunun yerine idealleştirme ve mükemmelliğe dayalı yaşamayı tercih ediyor. Hayatlarının sorumluluğunu almak istemiyorlar çünkü ruha yükselmek ve arketipsel bir rüyayı yaşamak çok daha kolay.

Psikolojik olarak buna “şişme” (inflation) diyoruz ve bunun tek sonucu depresyon ya da bir hastalık aracılığıyla toprağa, dünyaya düşmektir.

Tarrytown: Aşırı eril kültürümüz fikirlerle baştan çıkarılmış ve bedeni çok arkada bırakmış durumda sanki, öyle değil mi?

Woodman: Evet. Fakat ben ataerkillikle savaş halinde değilim. Bence dünya ataerkil bir süreçten geçmek zorunda. Belli başlı “Bunu yapmamalısın” ifadeleri olmalıydı ve medeniyetimizin başlarında bu ifadelere ihtiyacımız vardı, aynı çocuklar gibi.

Ben ataerkili güç prensibi olarak görüyorum, gerçek eril olarak değil. Ataerkil, arketipsel seviyede Zorba Baba. O Yehova’dır, Ana Kilise,’dir, Koruyucu Sosyal Güvenlik’tir. Fakat yine de bu iki arketip de bizi tamamlanmamış ve olgunlaşmamış bir insanlık imgesiyle baş başa bırakıyor.

Tarrytown: Olgunluğa doğru nasıl ilerleyebiliriz?

Woodman: Dünyanın ergenliğe doğru geçiş yaptığını düşünüyorum. İnsanlar artık bunu-yapmamalısınlarla yaşamak istemiyorlar. Tamamıyla yeni olan bir şeye geçiyoruz: Yeni bir erillikle dengelenmiş yeni bir dişillik. Tanrıça ışığa çıkıyor. O, Dünya’nın, fiziksel bedenlerimizin içerisinden geçerek geliyor. Fakat onunla kendi bireysel bilincimiz aracılığıyla ilişki kurmak zorundayız. Aksi halde bilinçsiz anaerkil sistemin içerisine geri emiliriz.

Tarrytown: Yaklaşmakta olduğumuz olumlu dişil nasıl bir şey?

Woodman: Sevgi, dişil bilincin özüdür -erkekte ve kadında. Sevgi, bireyin bütününün fark edilmesi ve kabul edilmesidir; erkeğin ya da kadının gerçekten olduğu halin sevilmesidir. Dişil olan, tüm ikilemleri, tüm fiziksel ve psikolojik süreçleri kapsayabilen sevgi dolu bir kâsedir.  Bu süreçler ya da ikilemler reddedilmemeli, güven ve sevgi dolu şekilde kapsanmalıdır. Acı çekmek ve çatışma, gelişmenin tek yoludur. Yaşam bir fazdan diğerine geçtikçe bir şeyin ölümünden ve sıradakinin doğumundan dolayı acı çekmek zorundasındır.

Tarrytown: Bu erginleşme sürecinden biraz daha bahseder misiniz?

Woodman: Dişil ruh bizi topraklayan şeydir; o bizi bütünümüzle sever ve kabul eder. Günümüzdeki sınav, bunu bedene indirgemektir.

Bir süreden beri her iki cinsiyete ait yüzlerce rüyaya bakıyorum ve bu rüyalarda iri siyahi kadınlar var. Bu kadınlar dansçılar olarak, muhteşem çingeneler olarak, Portekiz bir aşçı ya da Bahamalar’da tanıştıkları insanlar olarak görünüyorlar. Bu muhteşem siyahi kadınlar olumlu bir semboldür. Koruyucu bir imgedirler çünkü bedenle bağlantıları vardır ve aynı zamanda da bu imgeler bedenlerini sevmektedirler. Bu imgeler Orta Çağlarda tapınılmış olan ve hala da bazı Avrupa ülkelerinde tapınılan Kara Madonna’nın, karanlık ve toprağa yakın bakirenin hatırlatıcılarıdırlar.

Tarrytown: Bireyler eğer bedene ve bedenin içindeki güce karşı yeni bir tavır geliştirirlerse bütünlüğü bulabilirler mi?

Woodman: Kısmen. Hayatı bedenin delikleri aracılığıyla hissederiz: gözler, kulaklar, burun, gözenekler, cinsellik. Eğer gerçektengörür ve duyar ve sezersek mütemadiyen gelişiriz.

Hastalık, bloke edilmiş duygunun bir göstergesi olabilir. Jung, kanserin bir çaresizlik hastalığı, arteriti ise sessiz öfkenin hastalığı olduğunu söylemişti. Cilt sorunları ise bilince çok yakın olan çatışmaların göstergesi olabilir. Eğer sorun çok derindeyse ve bilinçten çok uzaksa kendisini bağırsaklarda gösterebilir. Yani görüyorsunuz, hissettiğimiz şeyin farkında değilsek beden onu abartacaktır.

Tarrytown: İroni şu ki, kültürümüz beden hakkında yeni bir farkındalık kazanmadan fiziksel formda oluşa çok fazla dikkat koydu.

Woodman: Fitness aletleri ve koşu ve benzeri şeylere dair vurgunun kişiyi bedenle ilgili daha büyük bir farkındalığa taşıyıp taşımadığı konusunda şüphelerim var. Örneğin koşu: Bedene çok miktarda oksijen getiriyor ve aynı pek çok bağımlılık gibi bedene bir nevi öfori (mutluluktan kendinden geçme) hissi veriyor. Bazı insanların koşarken aynı zamanda da bedenleriyle bağlantıda olduklarını, ama bazılarınınsa sadece bazı şeylerden uzaklaşmak için koştuklarını düşünüyorum. Bir egzersiz aleti kullanan biri sezgisel bir iletişim sürecine de girebilir zırh oluşturma sürecine de. Bazı insanlar egzersiz yapar ve sadece kollarını havada hareket ettirir. Diğerleriyse nefesle birlikte solar pleksustan hareket eder ve tüm beden canlanır. İşte bu ruh deneyimidir. Bazı insanlar dans eder ve bu mekanik bir tekniktir; diğerleriyse dans eder ve bu bir duaya dönüşür. Bu, bilincin bedenin içerisinde ya da dışarısında veya kafanın içerisinde olup olmamasına bağlıdır.

Tarrytown: Beden gerçekten de duyulduğunda ne olur?

Woodman: Konuşkan hale gelir. Bir kemanı Stradivarius’la değiştirmek gibidir. Çok daha yüksek oktavlı olur. Daha duyarlı hale geldikçe içeri giren tüm psikolojik ve fiziksel zehrin karşısında ayaklanır. Farklı gıdalar isteyebilir.

İnsanlar bedenlerini dinlediğinde doğaya karşı da yoğun bir duyarlılık geliştirirler. Kesilmiş bir ağaca, canı yanmış bir kuşa ağlayarak ofisime giren erkekler ve kadınlar gördüm. Kendi bedeninin acısıyla ve yıkımıyla bir kere bağlantı kurduğunda doğadaki hasarlara da daha duyarlı hale gelirsin.

Kendi bedenleri içerisinde yaşamayan insanların acısını da fark etmeye başlarsın. Bedenin şekilden şekle girerek mesajlar göndermeye çalıştığını görebilirsin.

Tarrytown: Bu süreç ne kadar zaman alır?

Woodman: Çalıştığım insanlara günde bir saatlerini bedenlerine ayırmalarını ve onu gerçekten dinlemelerini söylüyorum. Eğer günde bir saate dahi değmiyorsan bedenin sana diyebileceği ve benim de yapabileceğim bir şey yoktur.

Tarrytown: Bedenle bu diyaloğuna başladığınızda farklı iletişim seviyeleri gerçekleşiyor mu?

Woodman: Evet. Bir örnek vereyim. Menopozda olan kadınlara bu geçiş sürecini kenarda tutmaları için ilaçlar verilmiş olabilir. Fakat eğer bedenlerini dinlerlerse, bedenin gerçek bir dönüşümü mümkün kılacak bir yol bulacağını göreceklerdir -fiziksel ya da psikolojik olarak. İlaçlar bir süre işe yarar ama sonra beden kendi mesajını iletmenin bir yolunu bulur.

Siz farkındalığın farklı seviyelerine ulaştıkça beden de farklı katmanlardan mesajlar göndermeye devam edecektir. Obez insanların onlarca kilo kaybettiklerine şahit oldum. Fakat içsel çatışmalarıyla tam olarak yüzleşemedilerse beden kurdeşen dökebilir. İçsel ihtiyaçla dışarıdaki tavır arasındaki arabağ hala yanlıştır.

Uyarı sinyalleri duyulmalı ve takip edilmelidir. Yok saymak, aç kalmak, tıkınmak ya da sarhoş olmak yerine bedene kulak verilmelidir. Beden tamamıyla açıldığında kendi duygularımıza ve eylemlerimize tamamıyla güvenebiliriz; işte o zaman duygularımız ve eylemlerimiz bizi içsel bir yuvaya demirleyebilirler. Beden bizi korur ve bize rehberlik eder -gönderdiği semptomlar bizi kendi kayıp ruhumuzla tekrardan bağlantıya geçirecek olan işaretler haline gelir.

 

(Inner City Books tarafından yayınlanmış olan “Conscious Femininity” kitabının içerisinde yer alan bu röportaj Didem Çivici tarafından çevrilmiştir. Çeviri için yayın evinden izin alınmamıştır. Bununla beraber, hiç bir maddi amaç güdülmeksizin topluma hizmet amacıyla yayınlanmıştır.)

 

mwoodmanstraighton   Marion Woodman kimdir?

1928 yılında Londra’da doğan Woodman yirmi yılı aşkın süre İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra 1970’lerin başında tanıştığı Dr. E.A. Bennett ile Jung analizine başladı ve ardından İsviçre, Zürih’te bulunan C.G. Jung Institut’te analist eğitimine başladı. Hayatının geri kalanında özellikle kendi hayat deneyiminin de bulunması nedeniyle anoreksiya başta olmak üzere yeme bozuklukları ve bağımlılıkları konu alan kitaplar yazdı ve beden-ruh alanında derin çalışmalar uygulamaya başladı. Jung’un ilk nesil öğrencilerinden olan Barbara Hannah ile çalışma şansına nail olan Woodman’in henüz hiç bir kitabı Türkçe’ye çevrilmemiştir. Kitapları arasında The Owl Was A Baker’s Daughter, Addiction to Perfection, The Pregnant Virgin, The Ravaged Bridegroom ve Leaving My Father’s House bulunmaktadır.

Woodman 2018, 9 Temmuz’da hayata gözlerini yummuştur.

 

*The Tarrytown Letter, no. 54 (Dec. 1985/Jan. 1986).
Editor Sally Van Wagenen Keil ile röportaj.