Projeksiyon, nam-ı diğer dışa yansıtma.
İntrojeksiyon, nam-ı diğer içe yansıtma veya özdeşleşme.
Öncelikle her ikisine de birer doğal fenomen, yani psişik birer olgu olarak bakmak, görüşümüzü biraz daha genişletmemize yardımcı olacaktır.
Projeksiyon da introjeksiyon da bireyin gelişimi için önemli ve gereklidir. Örneğin, psişenin bildiğimiz en önemli içeriklerinden ikisi olan baba ve anne arketiplerinin (diğer bir deyişle ‘psişik fonksiyonlarının’) özellikle de yaşamımızın ilk senelerinde kişisel anne-baba figürlerimize projekte edilmesi, birey olarak gelişimimizi destekler. Aslında ebeveynler ve çocuk arasındaki “bağlanma”nın arketipsel bir konstellasyon olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır: Çocuğun iç dünyasındaki (bilinçdışı) anne ve baba arketip yapılarıyla dış dünyadaki anne ve baba bir nevi eşleşir. Aynı şekilde, anne ve baba figürlerinin de kendi psişik yapılanmalarında “anne” ve “baba” arketipleri mevcut olduğundan, biyolojik olarak ebeveyn olmaya hazırlanma aşaması itibariyle bu arketipler konstale olur ve onları anne-baba olmaya hazırlar. Fakat bu konstellasyonlar bazı durumlarda yeteri kadar güçlü gerçekleşemez ve ebeveynlerin anne-babalığı kabul edememeleri, sahiplenememeleri gibi sonuçlar doğurabilir. Düşünün ki anne-baba figürleriniz anne ve babalık rollerini gerçekleştiremiyor -ki bu bağlanmaya bağlı travmalara, dolayısıyla oldukça olumsuz anne ve baba komplekslerine neden olur- ve ihtiyacınız olan bakımı, korumayı ve besini alamıyorsunuz. Böyle bir bebeklik ve çocukluk dönemi bireyin yaşamı boyunca onu fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak etkileyen olumsuz durumlara neden olabilecektir. Kaldı ki, artık bilimsel olarak da ebeveynler ve çocuk arasında sevgi dolu ve olumlu fiziki temas içeren bir ilişkinin en az iyi beslenme ve bakım kadar önemli olduğunu biliyoruz. Haliyle, çocuğun kendi içsel fonksiyonlarının dış dünyada birer nesneye yansıtılmaları (psişik projeksiyon) zaruri ve faydalıdır. Bu projeksiyondan yoksunluk, bireyi duygusal, bedensel ve zihinsel olarak aç bırakır.
Projeksiyonun diğer bir işlevsel olduğu alan da üremedir -ki üreme, hayatımızdaki diğer bir bağlanma türü olan aşk ile ilişkilenir (en azından öyle olmasını umarız) ve aşk, sadece biyolojik devamlılığımız için önemli değil, psikolojik gelişimimiz için de önemlidir. Aşk, analitik psikolojideki karşılığıyla bir “anima/animus projeksiyonu”dur, yani kadının kendi bilinçdışını erkekte, erkeğin ise kendi bilinçdışını kadında görmesi durumudur. Jung, erkeğin kadını anima aracılığıyla tanıyabileceğini söylemişti. Bu, iç dünyadaki psişik içeriğin dış dünyaya bilinçsizce yansıtılmasıyla mümkündür. Fakat önemli bir detay var ki bu projeksiyon (yansıtma), bireyin bilinci (ego) dahilinde değil, bilinçdışının bir dinamiği olarak oluşur. Yani projeksiyon tamamıyla şuursuzca oluşan bir durumdur (“Bana projekte etmeyi bırak!” ne kadar anlamsız bir ifadedir!). Dolayısıyla, aşk dediğimiz durum da aynı projeksiyon gibi bilinçsizce oluşur ve aslında bireyin kendi bilinçdışı içeriğini tanıması, yani kendini tanıması için muazzam bir psikolojik yöntem gibi durmaktadır.
İntrojeksiyon konusuna gelirsek, bu daha az popüler olan psikolojik dinamiğin ne olduğunu bir kere daha ifade etmekle başlayalım: Dış dünyanın içeriklerini özümsemek, onları içselleştirmek, hatta onlarla özdeşleşmek demektir. Bu içerikler, kültürün ve toplumun sunduğu düşünceler, inançlar, talepler, normlar da olabilir, insanlar ve nesneler de olabilir. İntrojeksiyon, gelişimin doğal bir parçasıdır ve sağlıklıdır. Psikolojik gelişimin olumlu şekilde ilerleyebilmesi için bireyin dış dünyanın değerlerini, tutumlarını ve kültürünü içsel değerlere dönüştürmesi, onları özümsemesi önemlidir. Bu, bireyde “süperego” dediğimiz psişik yapılanmayı oluşturur ve bireyin gelişimini destekler. Sonuçta insan bireysel olduğu kadar sosyal (kolektif) de bir varlıktır ve psikolojik introjeksiyon, bireyin topluma benzer bir yapı geliştirerek ona uyum sağlamasını, dolayısıyla sadece gelişmesini değil, hayatta da kalmasını sağlar.
Bir nevi “projeksiyon ve introjeksiyona övgü” niteliği taşıyan bu kısa yazı içerisinde yansıtma ve özdeşleşme dediğimiz psikolojik durumların illaki olumsuz psikolojik durumlar olmadığını anlatmaya çalıştım. Umarım başarabilmişimdir ve umarım bir gün, psikolojik olarak kullanılan her tespit ve teşhisi bir hastalık, kurtulunması gereken bir durum olarak görmekten vazgeçebiliriz.
Didem Çivici – Copyright ©2022
Jungiyen Analist (Diploma Candidate) @C. G. Jung Institut Zurich