Psikoz Üzerine*

[539] Bir psikiyatrist ve psikoterapist olarak kariyerim boyunca iki gerçek beni etkiledi. Birincisi, ortalama bir akıl hastanesinin hayatım boyunca geçirdiği muazzam değişim. Tamamen dejenere olmuş katatoniklerden oluşan tüm o umutsuz kalabalık, sadece onlara yapacak bir şey verildiği için neredeyse ortadan kayboldu. Beni etkileyen bir diğer gerçek, psikoterapötik pratiğime başladığımda yaptığım keşifti: Psikiyatri hastanelerinde neredeyse hiç görmediğimiz şizofrenlerin sayısına şaşırmıştım. Bu vakalar kısmen obsesyonel nevrozlar, kompülsiyonlar, fobiler ve histerilerle kamufle edilir ve asla bir akıl hastanesine yaklaşmamaya çok dikkat ederler. Bu hastalar tedavide ısrar edenlerdir ve ben de Bleuler’in sadık bir öğrencisi olarak kendimi, klinikte olsaydık dokunmayı asla hayal bile edemeyeceğimiz vakalar üzerinde çalışırken buldum – ki bu vakalar, tedaviden önce bile açıkça şizofrenik olan vakalardı – onları tedavi ederken umutsuz bir şekilde bilim dışı davrandığımı hissettim – ve tedaviden sonra bana bu kişilerin zaten şizofren olmadıkları söylendi. Çok sayıda gizli psikoz vardır – ve bir o kadar da gizli olmayan- ve bu vakalar uygun koşullar altında bazen oldukça iyi sonuçlarla psikolojik analize tabi tutulabilirler. Bir hasta hakkında çok umutlu olmasam bile ona dayanabileceği kadar psikoloji vermeye çalışıyorum, çünkü daha sonraki atakların daha az şiddetli olduğu ve prognozun daha iyi olduğu birçok vaka gördüm. En azından bana öyle geldi. Bu şeyleri doğru bir şekilde yargılamanın ne kadar zor olduğunu biliyorsunuz. Öncü olarak çalışmanız gereken bu tür şüpheli konularda içgüdülerinize biraz güvenebilmeli ve yanlış gitme riskine rağmen duygularınızı takip edebilmelisiniz. Doğru bir tanı koymak ve kötü bir prognozda başınızı ciddiyetle sallamak, tıp sanatının daha az önemli yönüdür. Hatta hevesinizi sakat bırakabilir ve psikoterapide coşku başarının sırrıdır.

[540] Akıl hastanelerinde uygulanan mesleki terapinin sonuçları, umutsuz vakaların durumunun büyük ölçüde iyileştirilebileceğini açıkça göstermiştir. Hastanelerde olmayan çok daha hafif vakalarsa bazen psikoterapötik tedavi altında cesaret verici sonuçlar göstermektedir. Aşırı iyimser görünmek istemiyorum. Çoğu zaman kişi çok az şey yapabilir veya hiç yapamaz; ya da yine, beklenmedik sonuçlar ortaya çıkabilir. Yaklaşık on dört yıldır, şimdi altmış dört yaşında olan bir kadınla görüşüyorum. Onu bir yıl boyunca on beş defadan fazla görmedim. O bir şizofren ve iki kez akut psikozla hastanede birkaç ay geçirdi. Vücudunun her yerine dağılmış sayısız sesten mustarip. Bir keresinde oldukça makul ve yardımcı olan bir ses buldum. Bu sesi geliştirmeye çalıştım ve sonuç olarak yaklaşık iki yıl boyunca vücudun sağ tarafı seslerden arındı. Sadece sol taraf hala bilinçdışının egemenliği altında. Başka bir saldırı meydana gelmedi. Ne yazık ki hasta zeki değil. Onun zihniyeti erken orta çağa ait ve onunla ancak terminolojimi erken orta çağınkine uyarlayarak iyi bir ilişki kurabildim. O zamanlarda halüsinasyon yoktu; her şey şeytan ve büyücülükle ilgiliydi.”

[541] Bu parlak bir vaka değil, ancak her zaman en zor ve hatta imkânsız hastalardan öğrendiğimi fark ettim. Bu tür vakaları sanki organik değillermiş gibi, psikojenik vakalar gibi ve tamamen psikolojik yollarla tedavi edilebilirlermiş gibi ele alıyorum. İtiraf etmeliyim ki, “sadece” psişik bir şeyin, kişiliğin birliğini yok eden, ancak çoğu zaman onarılamayacak bir rahatsızlığa nasıl yol açabileceğini hayal edemiyorum. Ama uzun deneyimlerimden biliyorum ki, yalnızca belirtilerin ezici çoğunluğu psikolojik olarak belirlenmekle kalmaz, aynı zamanda da belirsiz sayıda vakada hastalığın başlangıcının, bir nevroz vakasında nedensel olarak ilan etmekte tereddüt edilmeyecek psişik gerçeklerden etkilendiğini ya da en azından bunlarla birleştiğini biliyorum. Bu konudaki istatistikler bana hiçbir şey kanıtlamaz, çünkü bir nevrozda bile gerçek anamnezi ancak aylarca süren dikkatli bir analizden sonra keşfetme olasılığının yüksek olduğunu biliyorum. Psikiyatrik anamnezde, bazen dehşet verici olan psikolojik bilgi eksikliği vardır. Pratisyen hekimin psikoloji bilgisine sahip olması gerektiğini söylemiyorum, ancak bir psikiyatrist psikoterapi yapmak istiyorsa kesinlikle uygun bir psikolojik eğitim almalıdır. “Tıbbi psikoloji” dediğimiz şey ne yazık ki çok tek taraflı bir meseledir. Size günlük kompleksler hakkında biraz bilgi verebilir, ancak tıbbi departman dışındaki herhangi bir şey hakkında çok az şey bilinmektedir. Psikoloji, tıbbi kurallardan oluşmaz. Psikoloji daha çok uygarlık tarihiyle, felsefeyle, din tarihiyle ve özellikle de ilkel zihniyetle ilgilidir. Patolojik zihin geniş, neredeyse keşfedilmemiş bir alandır ve bu alanda nispeten az şey yapılmıştır, oysa şizofreninin biyolojisi, anatomisi ve fizyolojisi talep ettiği tüm ilgiyi görmüştür. Peki tüm bu çalışmalarla birlikte, kalıtım veya birincil semptomun doğası hakkında tam olarak hangi kati bilgiye sahibiz? Şunu söylemeliyim: Şizofreninin psişik yanının tam anlamıyla ele alındığı bir dönemde, psikojenez sorununu bir kez daha tartışmalıyız.

C. G. Jung, 4 Nisan 1939
The Collected Works of C.G. Jung – Volume 3: The Psychogenesis of Mental Disease

Çeviri: Didem Çivici  – Copyright ©2024

*Yayıncıdan ve eser sahibinden herhangi bir izin alınmamakla birlikte kâr amacı gütmeksizin topluma hizmet amacıyla yayınlanmıştır. Tüm sorumluluk Didem Çivici’ye aittir ve herhangi bir kısmının yayınlanmasına izin verilmez.

Yorum bırakın