Tipoloji, Jung’un en yanlış anlaşılmış ve kullanılmış (arketiplerden sonra!) kavram ve yöntemi olabilir. MBTI testleriyle çalışanlarının kişiliklerini tespit edebildiklerini düşünen yöneticilerin aslında “daha güçlü ve daha etkili ekipler kurmak için” uyguladığı bu yaklaşımın içeriği ve amacı aslında bilinenden çok farklıdır.
1921 yılında yayınlanan “Psikolojik Tipler” (CW/TE 6) içerisinde Jung’un tipolojisi (tip bilimi) detaylı şekilde incelemişti. Tipoloji, bireyin bilinçli ve bilinçsiz tutumlarını değerlendirme yaklaşımı olarak Jung’un kendi psikolojisinde (Analitik Psikoloji) de kullandığı bir yöntemdi ve asla bir bireyin bütün psişik yapılanmasını (yani karakterinin tamamını) ortaya çıkaramazdı.
Aslında tipoloji ilk defa Jung tarafından da ortaya konulmamıştı. İnsanın psikolojik ve fizyolojik yapılanmasını anlamaya çalışan başka kişiler de olmuştu tarihte. Çin 5 element sistemi ya da Ayurvedik yaklaşım bunun en bilinen örnekleriydi. Yunanlı fizikçi Galen de 2000 yıl kadar önce insanda dört ayrı temel davranışı ele almıştı: iyimser, sakin, sinirli ve melankolik.
Jung’un “kişinin psişik pusulası” dediği tipoloji her ne kadar kişinin bütününü (yani karakterinin tamamını) göstermese de kişiye kendisiyle ve özellikle de gölge yapısıyla ilgili bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Bunu, sorulan sorulara cevap veren bilincin (ego/persona) verilerine göre elde ederiz. Fakat bu sonuçlar sadece bireyin o anki/dönemki tipolojik haritasını bize sunar ve asla değişmez değildir.
Bizi, “İlişkilerimde/kriz durumlarında nasıl tepki veriyor ya da hareket ediyorum? Çelişkili durumlarla nasıl baş ediyorum? Nasıl sosyalleşiyorum?” gibi soruların cevaplarını bulmaya yönelten tipoloji ile ilgili belki de bilinmesi gereken en önemli şey, genelde testlerle belirlenmeye çalışan sonuçların aldatıcı olabileceği gerçeğidir:
- Test sonuçları, bilinçli davranıştan (ego) yola çıkarak belirlenir. Testi yapanın ego/persona olduğu unutulmamalıdır.
- Tip testleri psişenin dinamik doğasını yadsır ve bireyin zaman içerisindeki değişimini hesaba katmaz. Tipolojik durum zamanla değişebilir. Bu nedenle bir kere alınan sonuç hayat boyu geçerli olmayacaktır.
- Testler, genetik ve çevresel faktörleri hesaplamaz. Oysaki psişik her türlü yapılanmada olduğu gibi tipin belirlenmesinde de genetik ve çevresel faktörler rol oynar.
- Testler, fonksiyonların üzerinde etkili olan kompleksler konusunda bilgi vermez.
- Testler, bilinçdışının ödünleyici tavrını göstermezler. Ödünleyici tavrı yoğun şekilde rüyalarda görebiliriz.
- Tüm bunlarla birlikte, tipoloji test sonuçları bireyin baskın psikolojik durumunu anlamak için rehber niteliğinde kullanılır: Nelerden kaçtığımızı gösterir. Yani analiz odasında önemli bir rehber olabilir.
Kısacası, KARAKTER, TİPOLOJİ İLE SINIRLANDIRILAMAZ. TİPOLOJİ SADECE BİREYİ ANLAMAYA YÖNELİK YARDIMCI BİR ARAÇTIR ve TÜM HAYAT DENEYİMİNİ KAPSAMAZ.
“TİP” NASIL GELİŞİR?
Hayat içerisinde tek taraflı bir gelişim gösteririz ve bundan kaçamayız. Bu tek taraflı (ör. düşünmeye önem veren, araştırmacı veya duygulara önem veren, hisleriyle ilerleyen gibi) gelişim doğal ve normal bir gelişimdir. Fakat çoğunlukla bir, çoğu zaman da iki ya da üç fonksiyon bilinçdışı kalır. Her ne kadar zaman zaman bilinçdışında kalan fonksiyon aktif hale gelse de (çünkü hiç kimse sürekli tek taraflı olamaz) genel baskın tutum ve fonksiyon bizim belirleyici “tip”imizi oluşturur. Yani tipimiz, alışkanlığımız ya da en iyi olduğumuz şeydir. Kilit nokta şudur: Baskın tip (ör. dışa dönük hissetme) bilinçli şekilde kullanılabilirken çekinik tip, yani gölgede kalan, (ör. içe dönük düşünme) bilinçsizce yaşanır, bilinç tarafından kontrol edilemez. Yani, biri baskın ya da etkin ve gelişmişken diğeriyse çekinik ya da pasif ve gelişmemiştir.
TUTUM (DAVRANIŞ) ve FONKSİYON
Jung Tipolojisi’nde iki yaklaşım üzerinde dururuz: Tutum ya da davranış ve fonksiyon.
Tutumlar, gelişim sürecinde çevre koşullarına karşı gelişen davranışımızdır ve “içe dönük” ya da “dışa dönük” olarak bilinirler. Elbette ki bu gelişen davranış bir karakter özelliği ya da alışkanlık haline gelirse, yani “huy”laşırsa, buna “tip” deriz. Kişi içe dönük ya da dışa dönük tiptir.
Peki dışa dönük ne demektir, içe dönük ne demektir?
Psişik enerji dışarıya yöneldiğinde dışa dönük, içeriye yöneldiğinde içe dönük ismini alır. Dışa dönük kişi için genelde dış nesne ilginç ve çekicidir. İçe dönük içinse iç nesne (özne) ilginç ve çekicidir. Örneğin dışadönük bir çocuk: Çabuk uyum sağlar ve eşyalara, özellikle de onların üzerindeki kendi etkisine olağanüstü ilgisi vardır. Nesnelerle ilişkisi güvenlidir. Dış nesneye karşı korku duymaz ve içedönük çocuğa göre daha hızlı gelişim gösterir. Nesnelerden ve çevresinden öğrenir. Sorumluluk alır ve kendini tehlikeye atar. Bilinmeyen her şey çekici görünür. Dışadönük çocuklar, uyumlu ve zeki görünürler. İçedönük bir çocuksa çekingen ve tereddütlüdür. Yeniliklerden hoşlanmaz ve nesnelere dikkatle yaklaşır. Tek başına oynamayı sever ya da çok arkadaş yerine tek bir arkadaşı tercih eder. Nazik ve düşüncelidir. Geniş hayal dünyası vardır. Dış dünyada yabancı hisseder.
Her iki tip de karşıtını küçümser – çünkü karşıtının gölgesidir: Dışadönük içedönüğe bencil ve sıkıcı görünür, içedönükse dışadönüğe gösterişçi ve sahte. Batı dünyası dışadönük yapıyla birlikte teknolojik, ekonomik gelişim sağlarken Doğu’nun tinsel gelişim sağlamış olmasının (en azından 20. Yüzyılın başlarına dek) nedeni de budur.
Fonksiyonlar ya da işlevlere gelirsek…
Dört fonksiyon söz konusudur:
YARGILAMA (JUDGING) FONKSİYONLARI: Düşünme (Thinking) ve Hissetme (Feeling): o anki zihinsel eylemlerden etkilenen akılcı (rasyonel) işlevlerdir. Düşünme, fikir ve logos/entelektüel bilgi odaklıyken hissetme değer biçmeye odaklanır.
ALGILAMA (PERCEIVING) FONKSİYONLARI: Duyumsama (Sensation) ve Sezme (Intuition): salt algı ile ilişkili ve mantığı/aklı saf dışı bırakır, irrasyon el fonksiyonlar olarak bilinirler. Duyumsama “bilinci” algılar, sezme ise “bilinçdışı”nı.
Baskın fonksiyon bilinçli kişiliğin ifadesidir ve çoğu kişinin bu tek fonksiyonda rahat ve etkin olduğunu biliyoruz. Daha karmaşık yapıda olanlar iki, ileri derecede farklılaşmış/bireyleşmiş olan kişilerse üç fonksiyonu da kullanabilirler. Dördüncü işlevin kısmen, bireyleşmeye yakın bir süreçte bilinçli şekilde kullanılabileceği söylenir ya da asla kullanılamaz. Dördüncü işlev, çekinik ve gölge işlevdir. Bununla birlikte amaç, çekinik üç işlevin (2., 3. ve 4.) geliştirilmesidir, ki dördüncü fonksiyonla ilgili belki de en önemli detaylardan biri de şudur: Psişik enerjinin çoğu çekinik fonksiyonda kümelenir. İşte bu nedenle, bireyleşme sürecinde fonksiyon ve tutumların tamamının etkin şekilde kullanılmasına çalışılır. Kişi, analiz sürecinde kendi çekinik tipini keşfederken aynı zamanda da bu tipini, yani gölgesini nasıl verimli şekilde yaşayabileceğini öğrenir. Aksi halde dördüncü fonksiyon, bireyi sabote edebilen bir düşmana dönüşebilir. Çünkü gölge (ve arketipler) dördüncü fonksiyonu kullanarak bilince çıkmaya meyillidirler.
Amaç, içedönük/dışadönüklüğü ya da baskın/çekinik fonksiyonu öğrenmekten öte olmalıdır: Gölgenin ve dördüncü fonksiyonun entegrasyonu gereklidir. Bunun içinse hakiki bir merak ve disiplin gerekir. Marie-Louise von Franz, fonksiyonların entegrasyonu ile ilgili şöyle der:
“Biraz yemek pişirmek veya dikiş dikmek… bu, duyumsama fonksiyonunun özümsendiği anlamına gelmez. Asimilasyon, bir süreliğine bilinçli yaşamın tüm bilinçli adaptasyonunun tek bir işlevde yatması anlamına gelir. Yardımcı bir işleve (auxiliary; ikinci ve üçüncü fonksiyonlar) geçiş, kişi mevcut yaşam biçiminin cansız hale geldiğini hissettiğinde, sürekli kendisinden ve eylemlerinden az ya da çok sıkıldığında gerçekleşir. . . Nasıl geçiş yapılacağını bilmenin en iyi yolu, basitçe şunu sormaktır: ‘Pekâlâ, bunların hepsi de tamamen sıkıcı, artık benim için hiçbir şey ifade etmiyorlar. Geçmişe ait ama hala zevk alabileceğimi hissettiğim eylem ya da aktivite ne olabilir? Hala heyecanlanabileceğim neler var?’ Bir kişi, bu eyleme/aktiviteye gerçekten başlarsa, başka bir işleve geçtiğini görecektir.”
Lectures on Jung’s Typology (Zurich: Spring Publications, 1971), p. 60.
Son olarak…
Tipoloji testleri kişiye her ne kadar şaibeli sonuçlar verse de kişinin analisti için durum farklıdır. İyi bir analist, analizanın, yani danışanının rüyalarından onun tipolojisine dair pek çok bilgi edinebilir ve periyodik şekilde uygulanan testlerle bu rüyaları karşılaştırarak bilinç seviyesinde sağaltıcı bir sürecin oluşmasını sağlayabilir.
Unutulmamalıdır ki, psişe her daim bütünlenmeyi amaçlar ve tipoloji, bu bütünlenme sürecinde sadece bir pusula olabilir.
Didem Çivici – Copyright ©2021
“Jungiyen Tipoloji Okulu” 12 Şubat 2022’de başlıyor: https://didemcivici.com/2021/09/21/jungiyen-tipoloji-okulu/