HİPOKONDRİYA: “GERÇEK” YAŞAM İÇİN İÇSEL BİR ÇAĞRI MI?
Hastalık Anksiyetesi Bozukluğu veya Sağlık Anksiyetesi olarak da bilinen Hipokondriyazis (Hipokondri), DSM-IV tarafından somatoform bozukluk olarak tanımlandı ve daha sonra somatik semptom bozukluğu ve hastalık anksiyetesi bozukluğu tanılarıyla değiştirildi.
DSM-IV, hipokondriyazisi aşağıdaki kriterlere göre tanımlar[1]:
A. Kişinin bedensel semptomları yanlış yorumlamasına dayanan ciddi bir hastalığa sahip olma veya hastalığa sahip olduğu fikriyle meşgul olması.
B. Zihinsel meşguliyet, uygun tıbbi değerlendirme ve güvenceye rağmen devam eder.
C. Kriter A’ya olan inanç sanrısal yoğunlukta değildir (Sanrısal Bozukluk, Somatik Tip’te olduğu gibi) ve görünümle ilgili çevrelenmiş bir endişeyle sınırlı değildir (Bedensel Dismorfik Bozukluğunda olduğu gibi).
D. Zihinsel meşguliyet, sosyal, mesleki veya diğer önemli işleyiş alanlarında klinik olarak önemli sıkıntıya veya bozulmaya neden olur.
E. Rahatsızlığın süresi en az 6 aydır.
F. Zihinsel meşguliyet, Genelleştirilmiş Anksiyete Bozukluğu, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Panik Bozukluk, Majör Depresif Bir Atak, Ayrılık Anksiyetesi veya başka bir somatoform bozukluk ile tam olarak açıklanamaz.
Bozukluğun gerekli açıklamasını yaptıktan sonra, makale boyunca kişisel odağımın semptomların ötesinde, olası psikolojik dinamikler üzerinde olacağını belirtmek isterim ve bunu tipoloji psikolojisini keşfederek yapmak istiyorum. Bu nedenle, öncelikle C. G. Jung’un zaten var olan nevroz yaklaşımını gündeme getirmeliyim.
JUNG ve NEVROZ
C. G. Jung için nevroz, Freud’un basitçe ifade ettiği gibi sadece bastırılmış olaylar, hayal kırıklıkları veya travmaların bir göstergesi değil, aynı zamanda “kendi kendini tedavi etme girişimidir… kendi kendini düzenleyen psişik sistemin dengeyi yeniden sağlama girişimi, rüyaların işlevinden hiçbir şekilde farklı değil – sadece daha güçlü ve şiddetlisi.”[2]
Nevroz belirgin bir kendinle bir olmama/bölünmüşlük (disunity) durumudur ve hayatımız boyunca, nevroza hepimiz az ya da çok aşina oluyoruz gibi görünüyor. Bu “bir olmama” Freud tarafından sorun olarak alındı ve bu nedenle psikoterapi bu sorunu akıl yoluyla ve olası nedenlerini bularak çözmeyi hedeflemek zorunda kaldı. Ancak, C. G. Jung bu yaklaşımdan memnun değildi ve mevcut durumun bir sonuç (final; amaç) arayışında olabileceği hissindeydi. Bundan dolayı, aktif bileşenler olarak psişik dinamiklere odaklandı ve şöyle dedi: “Psikolojik veriler iki yönlü bir bakış açısı gerektirir, yani nedensellik (causality) ve finalite (amaçsallık). Teleoloji kavramıyla karışıklığı önlemek için finalite kelimesini bilerek kullanıyorum. [Teleoloji, belirli bir sonun veya hedefin beklentisini ima eder; finalite ise amacı varsayar, ancak esasen bilinmeyen bir hedefi varsayar.] Finaliteden kastım, sadece bir amaç için çabalayan olgunlaşmamış psikolojik bir çabadır. “Bir amaç için çabalamak” yerine “amaç duygusu” da diyebiliriz. Tüm psikolojik fenomenlerin doğasında böyle bir amaç duygusu vardır, hatta duygusal tepkiler gibi sadece tepkisel olaylar bile vardır.” [3]
Ancak, genellikle finalitenin tüm süreci anlamanın tek yolu olmadığını unutmamamız önerilir – bu iki yaklaşımı (nedensel-amaçsal) bir araya getirmemiz gerekir. Jung şöyle der: “Nevrozlar, tüm hastalıklar gibi, uyumsuzluk belirtileridir. Bazı engeller nedeniyle -meşru bir zayıflık veya kusur, yanlış eğitim, kötü deneyimler, uygun olmayan bir tutum vb.- kişi hayatın getirdiği zorluklardan çekilir ve böylece kendini bebeğin dünyasında geri bulur.” [4] Bir sorunun nedenlerini bulmanın bize çokça rahatlama getirdiği doğru gibi görünüyor, ancak engellerimizin içindeki amaç güden faktörü anlamaya başladığımızda sanırım daha fazla iyileşme eğilimindeyiz. “Enerjik veya amaca yönelik bakış açısı, telafi (compensation) kavramıyla birleştiğinde, Jung’un, nevroz salgınının esasen psişenin kendini iyileştirme girişimi olduğuna inanmasına neden oldu.” [5]
Finalitenin gözlüklerinden herhangi bir patoloji görmek gerçekten mümkün mü? Bana göre öyle, ama aynı zamanda bu gözlüklerin bize ne kadar yabancı olduğunu hatırlatıyorum ve nedenselliği de hesaba katmam gerekiyor. İkisini de kapsadığım sürece resmin tamamını görme sürecinde kendimi daha dengeli hissediyorum. İki görüş birbirine uyumsuz değil tamamlayıcı gibi görünüyor: mekanistik (nedensel) yaklaşım günümüzde psişik rahatsızlığın nedeni için kişisel geçmişe bakıyor. Yine de tiplerin patolojisini tartışacağım için Jung’un finalistik veya enerjik yaklaşımına bağlı kalacağım ve bilinçli tutumun telafisi ışığında mevcut durumu (burada hipokondriyazis) vurgulayacağım. Bu da bireysel psişenin hem kendi sınırlarını hem de kendi potansiyelini bildiği anlamına geliyor ve eğer ilkinin sınırları aşılıyorsa veya ikincisi gerçekleşmediyse bir araz meydana gelir. Psişenin kendisi durumu düzeltmek için hareket eder. Bana öyle geliyor ki, psişe her zaman bilinci bilinçdışıyla birleştirmeyi amaçlamaktadır ve bunu rüyalar, semboller, vizyonlar, eşzamanlılıklar veya nevroz yoluyla köprüler kurarak yapar. Böylece, yenilenmiş bir yaşam tarzı mümkün olabilir. Bunu anlamak içinse, belki de nevrotik bir durumu gerçekten incelememiz gerektiğinde sorulması gereken ana soru şudur:“Enerji (libido) nereye gitmek istiyor?”. Cevap, bizi görmezden geldiğimiz, bazı nedenlerden dolayı sahiplenmediğimiz bir hayata götürebilir. Bu reddedilmiş yaşam (veya psişik içerik), er ya da geç, kendi hayatına sahip çıkacaktır.
TİPLERİN PATOLOJİSİNİN PSİKODİNAMİKLERİ ÜZERİNE
Hipokondriyazisin genel resmi hakkında daha fazla bilgi vermek adına Jung’un tipler söz konusu olduğunda psişik telafiyi nasıl gördüğüne değinmeliyim. Jung’a göre, (bilinç tarafından) göz ardı edilen psişik içerik yıkıcı bir karaktere sahip olacaktı -bu, göz ardı edilen içeriğin olgunlaşmayacağı, çok ilkel kalacağı ve bunun bilinç, yani ego için yıkıcı olabileceği anlamına geliyordu. Bu konuyu Jung’un nevroza yaklaşımıyla ilişkilendirmek için onun sözlerine yer vermeliyim: “Er ya da geç, dış koşullara veya iç eğilime bağlı olarak, entelektüel tutumun bastırdığı potansiyeller yaşamın bilinçli davranışını rahatsız ederek dolaylı olarak kendilerini hissettireceklerdir. Rahatsızlık belli bir noktaya ulaştığındaysa artık nevrozdan bahsediyor oluruz.”[6] Bu yüzden, bana göre, bilinçli olarak yaşanmamış işlevin veya tutumun (çekinik; dördüncü işlev) eninde sonunda sonunda hayatımdaki rolünü oynamak isteyeceği neredeyse açıktır. Psişenin bütünlüğü hakkında konuştuğumuz için (ki bunun bireyleşmenin amacı olduğunu söylüyoruz) psişemin reddedilmiş kısmının kendi özerk hayatını yaşamayı hedeflemesi anlaşılabilirdir – tıpkı benim gibi. Ancak, bir ego olarak bu karakterle başa çıkamadığımda sorun ortaya çıkar. Örneğin, kullanmada veya sahip olmada “iyi olmadığım” parçaları idrak etmeye açık olmamakla ilgili olduğuna inandığım yaşam olanaklarına kesinlikle kapalıysam, onlarla ne yapacağımı bilemiyorsam ve bu bir dengesizlik, yani kendi benliğimde bir bölünmüşlük durumu getirir. Bu bölünmüşlük, semptomları veya sembolleri hafife alırsam veya görmezden gelirsem muhtemelen patolojik hale gelecek nevrotik unsur haline gelir. Bu risk bizi, “bilince karşı özerk hareket eden ve bilincin niyetine hizmet etmeyen çekinik (aşağı) işleve götürür. Çekinik işlev, her türlü nevrotik disosiyasyonun arkasında gizlenir ve ancak ilgili bilinçsiz içerikler aynı anda bilinçli hale getirilirse bilince katılabilirler.”[7] Bu nedenle Jung, bir işlevin (düşünme, hissetme, duyumsama veya sezme) aşağılığının ortadan kalkmadığını, bilinçdışında yaşamaya devam ettiğini ve iyi ele alınmazsa, yani bilinçli olarak anlaşılmaz ve sahiplenilmezse patolojik bir duruma yol açabileceğini söylüyor. İlginçtir ki, bu sözde patoloji (nevroz) bireyin reddedilmiş yaşamını görmesi için bir şans olabilir ve ” bireyin sahip olmadığı değerlerin nevrozun kendi içinde bulunmasının nedenini şimdi açıkça görebiliriz.” [8]
Beden odaklı bir psikolojik bozukluğu tartışmayı seçtiğim için bu kavram içerisindeki olası dinamiklerle devam etmeliyim.
Hipokondriyaziste dikkate alınması gereken bir tutum (attitude) unsuru var. Hipokondriyazis durumunda kişi, bireyin bedensel sağlığını (bütünlüğünü) kaybetmeyle ilgili posesif düşünceleri, gelecekteki sağlığıyla ilgili endişelerini ve hatta gerçek gibi hissedilebilecek duyuları gözlemleyebilir. Yani söz konusu bir vakada, düşünme veya duyumsamanın bazı bilinçsiz unsurları mevcut gibi görünmektedir; içsel bir dürtü, bireyi aldatıcı duyumlar deneyimlemeye iter. Bana göre hipokondri, bireyin dikkatini fiziksel bedenine ya da gerçek dünyaya getirmesi için feryat eden bir anksiyete bozukluğudur. Bu feryat içeriden geldiğinden dolayı, duyumsama işlevini bastırmak adına bilinçli bir tutum olmalıdır ve bu (dışa dönük ya da içe dönük) bilinçli tutum, duyumsamanın tersi olarak alınan sezgi işlevinin aşırı tek taraflı bir telafisi gibi görünmektedir.
- SEZGİ FONKSİYONU PATOLOJİSİ OLARAK HİPOKONDRİYA
Jung, bir tipin bir kişinin tipik (alışılmış) bilinçli tutumu olduğunu ve tek taraflı olduğunu söyler. Bu demek oluyor ki, bilinçdışının bilinci telafi eden kendi işlevsel bir tutumu vardır. Örneğin Jung, dışadönük olmanın tehlikesi hakkında konuşur ve dışadönük ile ilgili şöyle der: “O, nesnelere çekilir ve onların içinde kendini tamamen kaybeder. Sinirsel veya fiziksel olarak ortaya çıkan fonksiyonel bozuklukların telafi edici bir değeri vardır çünkü bireyi istemsiz bir kendini kısıtlamaya zorlarlar.” [9] Bu, bilinçdışı olan (4. fonksiyon) duyumsama işlevinin, aşırı derecede içe dönük sezgi karşısında tepki gösterdiğini anlamamıza yardımcı olur. Jung, içedönük aşırı sezgi ile ilgili şöyle der: “İçe dönük sezgi baskın bir kişinin en çok bastkıladığı şey nesnenin hissidir ve bu onun tüm bilinçdışını renklendirir: arkaik bir karaktere sahip olan, telafi edici bir duyumsama fonksiyonuna yol açar. İçgüdüsel davranış ve taşkınlık, duyunun ayırt edici özellikleridir ve duyu-ifadelerine olağanüstü bir bağımlılıkla birlikte kendini gösterir. Bu durum, sezgisel kişinin bilinçli tutumunun uçarı havasını telafi eder, belirli bir ağırlık verir, böylece tam ‘süblimasyon’ önlenir. Ancak, bilinçli tutumun zorla abartılması yoluyla, iç algılara [yakalanan görüntülere] tam bir bağlılık olması gerekiyorsa, bilinçdışı muhalefete gider ve nesneye aşırı bağımlılığı doğrudan bilinçli tutumla çelişen zorlayıcı duyumlara yol açar. Nevrozun formu, hipokondriyak semptomlar, duyu organlarının aşırı duyarlılığı ve belirli kişi veya nesnelerle kompulsif bağları olan bir kompulsiyon nevrozudur.” [10] Jung, aşırı dışa dönük sezgi için de çok benzer bir şey söyler: “Hem duyuya hem de nesneye karşı bilinçli tutumu, acımasız üstünlüklerinden biridir. Bu, acımasız veya üstün olmak istediği anlamına gelmez –sadece herkesin gördüğü nesneyi görmez ve üzerinde kabadayılık yapar -tıpkı duyum tipinin kendi ruhuna görmemesi gibi. Ama er ya da geç nesne, kompulsif hipokondriyak fikirler, fobiler ve akla gelebilecek her türlü saçma bedensel his şeklinde intikam alır.” [11] Burada bilinçdışının telafisini, aşırı veya üstün sezgilerin ilkel duyu tarafından dengelendiğini görüyoruz. Yani, bilinçdışından nevroz olarak gelen bir tekme geliyor – fakat bu bir nevroz olmak zorunda değil. Burada bilinçdışının bu ilkel tutumunun nevrozla sonuçlanmayabileceğini kendime hatırlatmalıyım – bilinçli tutum bu ilkel dürtüyü karşılayamazsa, bununla başa çıkamazsa, nevrozla karşılaşırız.
Gölgenin veya çekinik/aşağı fonksiyonun tutumunun ilkel nitelikte olduğunu anlıyorum. İlkel olan, bedensel anlamda tamamen aşırı ve yıkıcı olabilir. O zaman bilinçdışının tutumu bedensel duyumlara odaklanacak ve hatta bu duyumlar “gerçek” deneyimler gibi olacaktır. Kişi dışa dönük sezgisel ise, gölge daha içe dönük duyum tutumuna sahip olacaktır ve bu nedenle “[dış] nesnenin etkisini gizleyebilir”,[12] bu durumda nesne, bedenin kendisi olabilir ve bu durum, bedene karşı duyarsızlığa neden olabilir. Hatta bence bu bilinçdışının öfkesi olabilir ve şöyle der gibidir: “Bana bak! Ben bedenim ve gerçeğim!” Hipokondriyak kişideki bu öfke, özellikle Somatik Semptom Bozukluğu’nda gerçek duyuları beraberinde getirir. İçe dönük tip aynı zamanda (iç ve dış) şeylere karşı az çok ilkel bir düşünceye veya duyguya sahip olacağından bilinçdışının kendisine getirdiği her ne ise yargılamadan algılama konusunda kaybolabilir.
Eğer dışa dönük sezgi tipini incelersem sanırım aşırı içe dönük his tipine bir göz atmam gerekiyor ve böyle bir durumda “… patolojik vakalarda [birey] artık gerçek nesne ile öznel algıyı ayırt edemeyecek kadar ileri giden hayali bir gerçeklik anlayışına sahiptir.” [13] İçe dönük duyumsama tipi nesneyi çok öznel bir deneyim olarak algılar ve bu deneyim, bir hipokondriyakın yaşadıklarına çok benzer bir deneyimdir. Gerçek duyuyu bu konudaki algısından ayırt edemez çünkü çekinik işlev olarak duyumsama özerk ve bilinçsizce hareket eder. Böylece birey duyularında kaybolur ve bilinçsiz duyuları ayırt edemez. Bu, mevcut iç duruma, yani bilinçdışına adaptasyon eksikliği gibi görünmektedir ve böylece nevroz ortaya çıkar. Jung’un dediği gibi, “… Er ya da geç nesne, kompulsif hipokondriyak fikirler, fobiler ve akla gelebilecek her türlü saçma bedensel duyu şeklinde intikam alır.” [14]
SONUÇ
Her türlü patolojik vakaya telafi işlevi (compensatory function) aracılığıyla bakmayı oldukça yararlı buluyorum. Özellikle nevrozu tamamlayıcı (complementary) olarak almak ve içinde bir anlam aramak beni rahatlatıyor. Jung diyor ki, “… bir nevroz ortaya çıkar çıkmaz bu, bilinçdışında, özel bir enerji yığınının işaretidir ve bu enerji patlayabilir bir yük gibidir.” [15] Bu sayede, “Enerji nereye gitmek istiyor?” sorusu benim için önemli bir soru haline geliyor. Duvarların arkasında nelerin saklı olduğunu ve bir hastada nelerin ortaya çıkmak istediğini görmek istiyorum. Nasıl bir hayat inkâr edildi ve patolojik vaka aracılığıyla gerçekte nelerin kendilerini göstermeye çalıştığını merak ediyorum. Tipolojinin, hastanın olası yaşamlarına bakmanın iyi bir yolu olduğunu hissediyorum. Ayrıca, Jung’un en göze çarpan ifadelerinden birini sık sık kendime hatırlatıyorum:
“Nevroz hiçbir şekilde sadece olumsuz bir şey değildir, aynı zamanda olumlu bir şeydir de. Ancak dar materyalist bir bakış açısıyla pekiştirilen ruhsuz bir rasyonalizm bu gerçeği göz ardı edebilirdi. Gerçekte nevroz, hastanın psişesini veya onun en azından önemli bir kısmını içerir ve eğer, rasyonalistin dediği gibi, nevroz ondan kötü bir diş gibi koparılabilseydi, hiçbir şey kazanamaz, aksine onun için çok önemli bir şeyi kaybederdi. … Bir nevrozu kaybetmek, kendini nesnesiz bulmaktır; hayat, amacını ve dolayısıyla anlamını kaybeder.” [16]
Sonuç olarak görünen o ki, psişik içerikleri ve bu içeriklerin insan yaşamı içindeki amaçlarını ayırt etmek oldukça zorlu bir yol. Hipokondriyazisin bireyin “gerçek” hayata geri dönmesi için bir çağrı olabileceğine inanıyorum -ki bu gerçek hayat, bilinçdışına değil, bilince ait olan nesnelerden oluşuyor. Bu öyle bir çağrı ki, fiziksel bedeni, bütün varlığın, yani psişenin bir veçhesi olarak yeniden bir araya getirmeyi ve bütünleştirmeyi amaçlıyor.
Didem Çivici – Copyright ©2021
*Bu makale Mayıs 2021’de C.G. Jung Institut, Zürich’te Dr. Alfred Ribi’nin “Psikiyatri ve Psikopatolojinin Temelleri” sınavı için tartışma makalesi olarak yazılmıştır.
[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Hypochondriasis#cite_note-American_Psychiatric_Association-6
[2] Carl Jung, CW 18, par. 389
[3] “General Aspects of Dream Psychology,” CW 8, par. 456.
[4] Carl Jung, CW 13, par. 473
[5] Daryl Sharp’s Jung Lexicon
[6] CW 6, par. 587
[7] Jung, C. G., Hull, R. F.C., Adler, Gerhard. “Collected Works of C.G. Jung, Volume 11: Psychology and Religion: West and East”, par. 292.
[8] Jung, C. G., Hull, R. F.C., Adler, Gerhard. “Collected Works of C.G. Jung, Volume 7: Two Essays in Analytical Psychology”, par. 93.
[9] CW 6, par. 565
[10] CW 6. Par. 663
[11] CW 6, par. 615
[12] CW 6, par. 651
[13] CW 6, par. 651
[14] CW 6, par. 615
[15] Jung, C. G., Hull, R. F.C., Adler, Gerhard. “Collected Works of C.G. Jung, Volume 7: Two Essays in Analytical Psychology”., par. 192.
[16] Jung, C. G., Hull, R. F.C., Adler, Gerhard. “Collected Works of C.G. Jung, Volume 10: Civilization in Transition”, par. 355
Gerçek dünya ile kastedilen, içinde olmamız gereken “ait” olduğumuz dünya mı? Yoksa şu anda içinde bulunduğumuz basit, sıradan ve kurallarla kesinleştirilmiş boğucu mekan mı? Gerçek dünyaya bedenleşmiş bir halde döneceksek bu istediğimiz dünya olmalı değil mi
BeğenBeğen