Jung’un psikoterapiye bakış açısına dair bir kaç not:
- Psikoterapi, insan hayatındaki zor geçişleri mümkün kılan bir yöntemdi ve bu yanıyla “dini” bir özelliğe sahipti.
- “Teşhis oldukça önemsiz bir meseledir.” “Spesifik bir tahmin nadiren gerçek bir şey anlamına gelir – ‘psikonevroz’ teşhisi yeterlidir.” Çünkü nevroz kendisini ancak tedavi süresince, özellikle de bedensel semptomlar ve rüyalarda gösterirdi. Amaç teşhis koymak değil, psişenin gündemini okumaya çalışmak ve bilincin bilinçdışı ile ilişki kurmasını sağlamaktı.
- Redüktif (Freudiyen) model bir yere kadar işe yaramaktaydı – terapi tek düze olmaya ve rüyalar arketipsel anlatımlarla dolmaya başladığında başka bir psişik ihtiyaç doğmaya başlamış demekti: Bireyleşme. Artık nevrozun nedeninin tek yanlı gelişim olduğunu söyleyebilirdik.
- Psikoterapistin/analistin ve hastanın tıkandığı yerde bilinçdışı bu durgunluğa tepki ve yol gösterirdi.
- Psikoterapi, tek yanlı tutumun iyileştirilmesi, yani dengeye kavuşması demekti ve bazen politik hareketler, dini akımlar dahi psikoterapi etkisi yaratabilirdi – savaşlar nevrotik halleri iyileştirebilir, rahatlama sağlayabilirdi. Halk hareketleri dahi bireyi iyileştirici olabilirdi.
- Nevroz illaki çocukluk travmaları nedeniyle oluşmazdı (benz. Freud). Özellikle orta yaş itibarıyla nevrozun, tek yanlı gelişim nedeniyle olması daha büyük ihtimaldi.
- Bu tek yanlı gelişim psikoterapi/analiz odasında dikkatle incelenmeliydi: rüyalar ve tipolojik bulgular vasıtasıyla. Bunun içinse psikoterapist/analist ile hasta/analizan arasında derinlikli bir ilişki kurulması önemliydi.
- Analizan/hasta kadar psikoterapist/analist de sürecin parçasıydı ve karşılıklı aktarımdan mustaripti. Bununla irlikte, psikoterapist/analist değişime ve aktarıma (hastadan gelen projeksiyona) açık olmazsa terapi gerçekleşemezdi.
- Analist-analizan arasında dönüşüme yol açan irrasyonel bir ilişki mevcuttu ve bu irrasyonel ilişkinin de analiz edilmesi, yani bilince getirilmesi gerekliydi.
- “Çocukluk hayallerinin bütün ayrıntılarını özenle araştırmak nispeten önemsizdir çünkü terapinin etkisi hekimin, hastanın psişesine girip psikolojik açıdan hastayla doğru bir ilişki kurma çabasında kendini gösterir.”
- Psikoterapistin/analistin hastaya/analizana sağlıklı bir alan sağlayabilmesi onun kendi bilinçdışı dinamikleriyle yüzleşmesine bağlıydı. Bu nedenle psikoterapistin/analistin analiz sürecinden geçmesi zorunluydu.
- “Psikopatolojinin asıl iyileştirici faktörü, psikoterapistin şahsiyetidir.”
- “Salt hekimlik tahsili bir yerden sonra -ilerleyen dönemde- yetersiz kalır. Sosyal bilimlere, felsefi bakış açılarına, kıyaslı mit bilimi ve ilahiyat bilgisi ile sembol bilgisine ihtiyaç olunur.”
- Psikoterapistin/analistin nihai bir hedefinin olmaması önemliydi. Aksi halde kendi hedeflerini uygulamak adına hastanın/analizanın bireyleşmesini sekteye uğratabilirdi. Psikoterapist/analist, doğanın, yani psişenin neyi amaçladığını bilemezdi. Bu nedenle de içgüdüleri ve gizemli, bilinçdışı faktörleri gözlemlemeyi öğrenmek zorundaydı.
- Psikoterapist/analist de hastası/analizanı ile birlikte dönüşmeyi göze almalıydı. Aksi halde terapi gerçekleşmez, iyileşme mümkün olmazdı.
- Psişenin gündemini ve amacını yok saymamak bazen nevrozun varlığını korumayı dahi gerektirirdi. Bazense hastanın/analizanın iyileşmesi (bireyleşmesi), onun kişiliğinin feda edilmesi anlamına gelebilirdi – bu durumda psikoterapist/analist hastayı iyileştirmemeliydi.
- Kolektif olana, topluma uyumlu olan insanı daha da normalleştirmek bir hata olabilirdi – hatta “kendini gerçekleştirme” / “bireyleşme” karşıtı bir genelleştirme metodu ile psişik tahribata neden olmak söz konusuydu.
- Psikoterapide/analizde asıl amaç, bireyin bütünlüğünü geri kazanmasını sağlamak, asıl olduğu kişiyi keşfetmesi için onu desteklemekti.
Didem Çivici – Copyright ©2022
(Jungiyen Analist -Diploma Candidate- C.G. Jung Institut, Zürich)
Bazen nevrozun varlığını korumak, topluma uyumlu olan insanı daha da normalleştirmemek ve “Asıl” olduğu kişiyi keşfetmek… Üzerinde düşünülecek pek çok şey vermişsiniz. Teşekkürler…
BeğenLiked by 1 kişi