“Enerji” kelimesi Eski Yunanca “energea” (etkililik/tesirlilik) kelimesinden türemiştir. Psişe, C.G. Jung’un ifadesiyle “Bilinçli ve bilinçsiz psikolojik süreçlerin tamamı” olarak ifade edilir. Türkçe karşılığı akıl, tin, can ve ruhu kapsar. Psişik enerji dediğimizdeyse “libido” kavramıyla karşılaşırız. Libido kelimesi farklı dillerde zevk, isteklilik, umut, sevgi, memnuniyet, arzu, açlık ya da muazzamlık anlamlarına gelir ve psişik enerjiyi besleyen kaynak olarak görülür. Buradan yola çıkarak da psişik enerji için cinsel enerji, yaşam enerjisi, “qi” ya da yaratıcı enerji diyebiliriz.
Fiziksel enerji nasıl ki beden aracılığıyla görülebilirse, psişik enerji de beden aracılığıyla görülebilir. Psişik enerjinin en görünür şekli duygulardır ve duygular da fizik bedeni harekete geçirir (utandığımızda kızarmak, heyecanlandığımızda kalp atışının artması gibi). Duygular, komplekslere bağlı enerjilerdir ve “olumlu” ya da “olumsuz” olarak nitelendirilemezler -aynı enerji gibi nötrdür. Duyguları gözlemleyip onları takip ettiğimizde çocukluk yaralarımıza ve travmalarımıza, velhasıl komplekslerimize ulaşırız. Bu nedenle duygularla çalışmak, psikolojik anlamda çok önemli ve çok hassas bir konudur. Basit bir meditasyon çalışması ya da bir empati seansı dahi kişinin çok büyük yaralarına/komplekslerine dokunabilir ve kişiyi geri dönüşü olmayan sarsıcı bir girdaba sokabilir. Çünkü duygularla çalışırken aslında psişik enerjiyle çalışıyoruzdur ve yine aynı nedenle bu alana oldukça hassas ve bilgili şekilde yaklaşmak gerekir.
Enerjinin akışı için kutuplara ve gerilime (tension) ihtiyaç vardır. Gerilim olduğunda enerji hareket eder. Dönüşümün gerçekleşmesi için gerilim esastır ve gerilim tam anlamıyla potansiyeli ifade eder. Enerjinin akış yönünü bu potansiyel belirler. Peki bu gerilim nasıl ve kim tarafından yönlendirilir?
Gerilim ne kadar yüksekse enerji de o kadar büyük olur. Bu enerjinin yıkıcı değil de yapıcı bir şekilde yönlendirilebilmesi içinse (burada hala psişik enerjiden bahsediyorum) güçlü (sağlıklı) bir Ego’ya (Ich) ihtiyaç vardır. Eğer Ego sağlam ve güçlü duramazsa bu gerilimi/enerjiyi tutamaz veya yönlendiremez. Bu enerji yoğunlaştığında ya da arttığında genelde yaptığımız şey bu enerjiyi boşaltmaktır. Çünkü bu enerjiyle nasıl başa çıkacağımızı, onu nereye ve nasıl yönlendireceğimizi bilmeyiz. Biz, bu gerginlikten kurtulmaya çalışırız, o kadar. Cinsel enerjimiz arttığında boşalmak isteriz; gerginliğimiz arttığında bağırıp çağırmak ya da fiziksel olarak ifade etmek isteriz. Oysaki bu enerji yaratım enerjisidir. Biz bu enerjiyi (cinsel enerji, öfke ya da kızgınlık duyguları veya stres) hakkıyla görüp onun köklerini kavrayabilirsek bizi en öz gücümüze ulaştırabilir.
Aslında psişik enerjinin kanunu şudur:
Gerilim/enerji yeteri kadar uzun süre tutulabilirse enerji kendiliğinden (doğal şekilde) gitmesi gereken yöne doğru hareket eder.
Ya da…
Duygunun içerisinde yeteri kadar uzun süre kalabilirsem o duygu kendiliğinden dönüşür ve bana gitmem gereken yönü gösterir.
Ya da…
Sorunun içerisinde yeteri kadar uzun süre kalabilirsem o sorun kendiliğinden dönüşecek ve çözüm kendiliğinden görünecektir.
Kısacası… Psişik enerjinin doğasını anlayabilirsek eğer, ona güvenebilir ve bizim için en doğru yola doğru ilerlemek için cesaret edinebiliriz. Peki psişik enerjinin doğası nedir?
PSİŞİK ENERJİNİN DOĞASI: PROGRESYON VE REGRESYON
Doğada her şey nefes alır ve verir; geri çekilir ve ilerler ve bunu belli döngülerle yapar. Mesela mevsimlerle ya da gel-gitlerle. Jung psikolojisinde bu gel-gitler progresyon (ilerleme) ve regresyon (gerileme) olarak anlatılır. Bu, aynı kalp atışı gibi bir ritimdir.
Progresyon, libidonun ileri akışıdır. Enerji daha sıcaktır ve genişleyen bir yapıya sahiptir. Bu, dolunay fazıdır. İlerleme, büyüme, yayılma ve genişleme vardır. Üretme, yaratıcılık, ifade etme ve aktarma hakimdir. Fakat libido ya da psişik enerji sürekli ileri doğru hareket edemez, aksi halde tükenir ve meyve veremez hale gelir. Bunun için regresyona ihtiyacı vardır, yani gerilemeye.
Libidonun geriye doğru hareketine “regresyon” denir. Enerji, progresyona göre daha soğuktur ve hareket içeri, geriye doğrudur. Bu, yeniay fazıdır. Çekilme, büzülme, kapanma vardır. Dinlenme, sessizleşme, dinginleşme, durma ve yavaşlama hakimdir. Regresyon süreci kişiye doğal bir içe dönüş ivmesi kazandırır ve derinlere, karanlığa bakma şansı verir. Bu sayede kişi, “içeride” neler olduğuna dair anlayış kazanabilir. Daha da ötesi, enerjinin kaynağıyla bağlantıya geçebilir. Regresyon, içe dönük arayıştır ve kişinin regresyona geçmesi aslında kendi iç kaynağıyla, bilinçdışına atılmış pek çok potansiyel yeti ve kaynakla bağlantıya geçmesi için fırsat yaratır. Ayrıca kişinin kendi dış dinamiklerini anlayabilmesi için de içe dönüş önemli ve gereklidir. Çünkü derinlikli anlayış, dışarıdaki gerçekleri anlamanın ve öğrenmenin yanında, enerjinin iç ve dış akış örüntüsünü öğrenmekle kazanılır.
Regresyon, iç dünyamızın derin ihtiyaçlarına kulak kabartmaktır aslında. Çocuklukta yadsınan, karşılanmayan ihtiyaçları bulmak ve bu ihtiyaçların yetişkin hayatımızda nasıl açlıkları gebe bıraktığını fark etmek regresif (içe/geriye dönük) bir çalışma gerektirir. Progresyon (ilerleme) için regresyon şarttır. İleri doğru hareket etmek istiyorsanız, geriye dönmeniz ve hesapları kapatmanız gerekir. Bunun için de bilinçdışına yolculuk şarttır. Regresif hareket sizi bilinçdışına götürür.
Progresyon ve regresyon her ne kadar psişik enerjinin ve dolayısıyla da hayatın doğal döngüsünün parçaları olsalar da bu her iki süreç de kişiyi içine çekebilir ya da kişi bu süreçlerin içerisinde sıkışıp kalabilir. Anoreksik insanların %30’u regresyonda takılıp kalır (beden kilo/besin kaybeder ve gerileme süreklidir) ve süreç ruhsal ya da bedensel ölümle sonuçlanır. Depresyon kendi içinde regresif bir süreçtir ve çok değerlidir fakat kişi bu süreçte fazla kalırsa kaybolabilir. Bu açıdan baktığımızda regresif süreç karanlıktır ve “anne arketipi”ne dair özellikler içerir. Aynı karanlık bir rahim gibi önce kişiyi güvende ve rahat hissettirebilir fakat eninde sonunda kişiyi yutar ve ölüm gerçekleşir.
Progresyon sürecinde takılıp kalan kişi ise içe dönük hareketi yadsır ve sürekli hareket ve ilerleme halinde yaşar. Bu ivme kişiyi bir yerden sonra maddi/manevi (fiziksel, duygusal, zihinsel olarak) tüketecektir. Progresyon sürecine kapılan bir kişi kendini sürekli kamçılayan bir “baba” figürü gibidir ve sürekli aktiftir, eylem halindedir. Bu açıdan bakıldığında da progresyon kendi başına bir nevi “baba arketipi” ifadesidir diyebiliriz.
Velhasıl… Kendimizle bağlantıda olduğumuzda ve psişik enerjimizin (libido) akış örüntüsünü (pattern) takip edebildiğimizde hayatın akışı içerisinde de sakinlikle kalabilir, tepkisel davranmak yerine süreci daha sağlıklı ve bilinçli şekilde gözlemleyerek hareket edebiliriz. Eğer kendi enerji örüntümüz hakkında en ufak fikrimiz yoksa, ne zaman progresyon (ilerleme) ne zaman regresyon (gerileme) halinde olduğumuzu göremiyorsak, doğal döngülerimiz hakkında da fikrimiz yok demektir.
Psişik enerjinin temel hareketini, yani progresyon ve regresyonu tam anlamıyla anladığımızda kendi hayat döngümüz içerisindeki ivmelere dair de bir anlayış geliştirebiliriz ve bu da libidomuzu doğru bir şekilde kullanabilmeyi getirir. Bu keşif ve gözlem aynı zamanda da dış dünyada diğer insanlarla olan ilişkilerimizdeki değişimleri, hareketi ve yönlenmeyi de anlamamızı sağlayabilir. Hatta daha da ileri gidebilir ve başkalarının psişik enerji örüntülerini dahi anlamaya başlayabiliriz -bu da bize doğru zamanda doğru ilişkiler kurmak yolunda rehber olur. Zira psişik enerjinin karanlık bir yanı vardır ve bu karanlık yanı anlamak, psişik enerjinin döngülerini anlamak kadar önemlidir*.
Didem Çivici – Copyright ©2019